İstiklâl Marşı, millî şairimiz, birinci mecliste Burdur milletvekili özgeci, iman ve ahlâk timsali düşünürümüz, aynı zamanda eylem adamı, eylemleri söylemleriyle örtüşen, hemen herkesin sevgi ve saygısına mazhar olmuş Mehmed Âkif (ERSOY) Bey tarafından Ankara’da soğuk bir şubat gecesinde, Taceddin Dergâhında yazılmış, önce Sebilürreşad Mecmuası’nda yayınlanmış, tam 724 şiir arasından seçilmiş, 12 Mart 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde Türk Milleti’nin Millî Marşı olarak kabul edilmiş; devrin ünlü hatibi, Türk Ocağı reislerinden, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından meclis kürsüsünden üç kez okunmuş, başta Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, milletvekilleri tarafından ayakta ve huşu içinde dinlenmiştir.
İstiklâl Marşı, Türk Milleti’nin sinesinden çıkan “Kahraman Ordumuza” ithaf edilmiş, Safahat’a değil, ebediyetler kitabına konulmuştur. 1683 tarihli Viyana bozgunundan beri yenilmiş, alaya alınmış, varlıklıyken yoksul duruma düşmüş, fıtri değerlerinin çoğunu yitirmiş, Sakarya’ya kadar çekilmiş, “öz yurdunda garip, öz vatanında parya”laştırılmak istenen Türk Milleti’ne nihai bir hamle gücü vermek, ona diriliş iksirini içirmek üzere, tam da şiarına uygun anlamlar içeren, hedefler gösteren bir millî marşa ne kadar ihtiyacımız olduğu izahtan varestedir.
İstiklâl Marşı, millî kültürümüzün abidevi levhalarından biri, belki de birincisidir. Bilinmeyen zamanlardan beri, hür yaşamış, tutsaklık görmemiş, bunun ne olduğunu bilmemiş Türk Milleti, tam bir izmihlalle (yok oluşla) karşı karşıya kalmışken, kendisini kalbinde diriliş ve ayaklanmaya çağıran atalarının sesiyle uyanmış, nihai bir özveride bulunarak özgürlüğünü, bağımsızlığını, haysiyet ve namusunu korumuş, ebediyete uzanan köprülerini muhkemleştirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de, “Makarr-ı Hilafet ve Saltanat” olan İstanbul’un eşiğinde, Türklerle savaşmak üzere, Mısır’da toplanan “bütün akvam-ı beşer” tam yetmiş iki buçuk milletten ibarettir. Gelibolu ve Çanakkale’de, Mehmed Akif Bey’in ülkü timsali Asım’ın nesli, nasıl namusunu çiğnetmediyse, elbette millî mücadelede de çiğnetmeyecekti. Onun için İstiklâl Marşı’nı, “Çanakkale Şehidlerine” ithaf edilen “Asım” kitabının o mübarek mısralarıyla beraber okumak, tefekkür ve tezekkür etmek lazımdır. İstiklâl Marşı, Türk Milleti’nin hakikaten, en kıymetli hazinesi, bir değerler ve hükümler manzumesidir. Yetişkin ve yetişmekte olan bütün vatandaşlarımızın ve çocuklarımızın İstiklâl Marşı’nın sadece lafzını değil, ruhunu ve içeriğini de bilmesi, onunla bütünleşmesi doğru olur.
İstiklâl Marşı’nın lafzında ve ruhunda, bedeli ne olursa olsun, bir değişikliğe gidilmemelidir. Türk Milleti’ne millî mücadelesinde zafer sağlayan bu mısraları, bundan sonra da Türk Milleti’ne millî kimliği ile medeniyet yolunda, mana ve madde planında kalkınmasında gerekli gücü ve kudreti sağlamaya devam edecektir, inancımı burada belirtmek istiyorum.
Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nı sipariş üzerine değil, tam bir hasbilikle yazmıştır. Ankara’daki Tacettin Veli Dergâhını ziyaret edenler onun halet-i ruhiyesini kolaylıkla anlayabilirler. 16 Mart 1920’de İstanbul, itilaf devletleri tarafından işgal edildiğinde 700 yıllık Osmanlı Devleti’nin hayat ve hâkimiyetine son verilmişti. Anadolu’nun emin yerlerinin başında gelen Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılmış, seçilenler ve İstanbul Mebuslar Meclisi’nden gelenler Türk milletinin iradesini temsilen çalışmaya başlamışlardır. Yeni devletin millet egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devletini inşa ederlerken Misak-ı Millî ile belirlenen millî vatana kasteden ehl-i salib güçlerine karşı Millî Mücadeleyi yönettiler. 12 Mart 1921’de emsali bulunmayan bir millî marşı kabul etmekle kalmadılar, mucibince amelde bulundular. İstiklal Marşı, baştan sona kadar millî ruhumuzun, iman ve azmimizin, şevk ve heyecanımızın terennüm ve tecessüm ettiği abide bir eserdir.
Mehmet Akif Bey, milletimizden korkmamasını, ümitsizliğe kapılmamasını, en son ocak tütene değin ay yıldızlı al bayrağın Türk milletinin yıldızı olarak şafaklarda parlayacağını, her zaman kahraman ırkımıza güleceğini, bağımsızlığın Allah’a tapan milletimizin hakkı olduğunu söyledikten sonra, millî tarihimize bir göndermede bulunur ve bilinmeyen zamandan beri Türk Milletinin özgür olduğunu, ona zincir vuracak çılgınları bir sel misali çiğneyip, maksadına varacağını ilave eder. İstiklal şairimiz, Batı medeniyetinin iki yüzünü de bilmektedir. Batı’nın ilmine, iş ahlakına, disiplinine, temizliğine hayran iken, sömürgeci-vahşi yönüne düşmandır. “Tek dişi kalmış canavar” diye tanımladığı medeniyet de Batı’nın bu ikinci yüzüdür. “10 yıl savaşları”nı yaşayanlar, Batı’nı bu iki yüzünü çok iyi görmüşlerdir. Türk kalarak Batı medeniyetine dâhil olmayı tevcih etmişlerdir. “Türk Milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” (Z. Gökalp) formülünü benimsemişlerdir. Batı’nın sömürgecilik araçlarının üstünlüğüne karşı Mehmet Akif Ersoy, Doğu’nun, özellikle Türk milletinin imanının yüceliğini görmekte ve milletimizden asla korkmamasını istemektedir. İman her zaman maddeye galebe etmiştir. “Asım’ın Nesli”ne sonsuz güveni bulunmaktadır. Çanakkale’de eğilmeyen iradenin, Türk milletinin ana vasfı olduğunu düşünmekte ve inanmaktadır. İnsanlığa medeniyet, milliyet nedir, öğretmiş olan Türk Milleti’nin çocukları, Mehmet Akif Bey’in “arkadaşları”, yurdumuza vatanımıza yönelik “hayasızca akınları” gövdelerini siper ederek önleyecektir, çünkü zafer Türk Milleti’ne Allah’ın vaadidir ve “Allah vaadinden dönücü değildir”.
Mehmet Akif Ersoy’a göre, bastığımız yerler, alelade “toprak” değildir, altında binlerce “kefensiz şehid”in yattığı, “nazargâh-ı İlahi” olan Anadolu ve mülhakatıdır, “cennet vatan”dır ve dünyalarla değiştirilemez, “bi-nazır ve bi-misil” ülkemizdir. Şüheda toprağı Anadolu ve Trakya’ya her Türk insanı canını feda etmeli, Allah canını, cananını ve bütün varlığını alsa da vatanından cüda (ayrı) olmamalıdır. Mehmet Akif’in ma’bedi, üzerinde özgürce ibadetimizi yaptığımız, neslimizi devam ettirdiğimiz, vatan coğrafyamızdır. İslam’ın temel tanığı olan Ezan-ı Muhammedî “ebedi yurdumuzun” üzerinde inlemelidir. “Şanlı hilal” dalgalanmakla Ezan-ı Muhammedî’ye eşlik etmelidir. Her bakımdan, dinen dahi, bağımsız, millî egemenlik esasına dayalı, ebedi devletimizin son halkası olan yeni Türk devleti kurulduğunda, ki kurulmuştur, dökülen kanlarımızın hepsi helal olacaktır.
Selçuklunun “din ü devlet- mülk ü millet”, Osmanlı’nın “devlet-i ebed müddet anlayışının Cumhuriyetteki izdüşümü “ebediyyen payidar olacak devlet”tir ki, artık ona, banisi olan Türk Milleti’ne kıyamete kadar “izmihlal” (yok olma) olmayacaktır. Çünkü “hür yaşamış” bayrağımızın, bağımsızlık da Allah’a inanan, samimi Müslüman olan, bid’at ve hurafe nedir bilmeyen, bu sebeple “Allah’ın aziz kıldığı ve kılacağı” Türk Milleti’nin hakkıdır. Son ifadelerin, İslam tarihinin en büyük ve anlamlı zaferlerinden biri olan Malazgirt meydan savaşının muzaffer komutanı, Anadolu’muzun fatihi, “şanlı cedd-i ekberimiz” Sultan Alp Arslan’a ait olmakla, ona ve muazzez din, vatan ve millet için kanlarını sebil eden, vücutlarından cömertlikte bulunan, semamıza burç olan bütün şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle anıyor, hatıraları huzurunda saygıyla eğiliyorum.” “Bu Ülke”nin çocuklarına, İstiklal Marşı’mızın şairi, Millî Mücadele’nin kalem kahramanı, ahde vefa ve civanmertliğin katıksız temsilcisi, Mehmet Akif Ersoy’un ahlakını, imanını, azmini, cesaretini ve öğretisini benimsemelerini, çok güzel basımları yapılan “Safahat”ı okumalarını, millî marşımızın ruhunu ve lafzını kavramalarını tavsiye ediyorum. Eslafını (geçmişini) hürmetle ve rahmetle anmayanların istikbalde (gelecekte) büyük adamlar yetiştiremeyecekleri gerçeğini unutmamalarını diliyorum.
Alıntı Kaynak: Erciyes Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Mart-2016 Yıl:39 Sayı:459