Doğum Tarihi: 13 Nisan 1914
Ölüm Tarihi: 14 Kasım 1950
İstanbul’un Beykoz semtinde Yalıköyü’nde, İshakağa Yokuşu’ndaki dokuz numaralı konakta doğmuştur. Annesi Fatma Nigar Hanım, Beykoz eşrafından tüccar Hacı Mehmet Bey’in kızıdır. Babası Mehmet Veli Bey ise İzmir tüccarlarından Fehmi Bey’in oğludur. Veli Bey, Nigar Hanım’la evlendiği zamanlarda Muzıka-yı Hümayun’da bulunmaktadır. Füruzan adında bir kız ve Adnan Veli adında bir erkek kardeşi bulunmaktadır. Nüfus kayıtlarına göre asıl adı Ahmet Orhan olan şair, edebiyat dünyasında babasının ismini alarak Orhan Veli olarak tanınmıştır.
Eğitim hayatına Akaretler İlkokulu’nda başlayan Orhan Veli, bir yıl sonra Galatasaray Lisesi’nin ilkokul kısmında yatılı olarak okumuş, 1924 yılında ailesiyle beraber geldiği Ankara’da beşinci sınıfa kaydolmuştur. Devamında devrin önemli isimlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın o dönem öğretmenlik yaptığı Ankara Lisesi’ni, onun öğrencisi olarak bitirdikten sonra, İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü kazanmıştır. Okula ancak bir süre devam edebilen Orhan Veli, “28.01.1937 tarihinde Ankara’da PTT Umum Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği Muamelât’ta memuriyete başlamış, üniversite öğrenci işleri arşivindeki formunda yazılana göre 11 Ekim 1933’te üniversiteye kayıt yaptırıp 25.04.1936’da kaydını sildirmiştir”. II. Dünya Savaşı sıralarında 7 Mayıs 1941’de Gelibolu’da askerlik yapmış, 1945-1957 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışmıştır.
Hayatı boyunca düzenli bir iş tutamamış olması, içkiye düşkünlüğü, gece hayatıyla yıpranması gibi sebeplerden zayıf düşmüş bir bünyesi vardır. Buna rağmen; çevresinde sevilen, iyi yürekli, dost canlısı ve duygulu bir insandır. Bakışlarındaki alaycı ifadenin altında yatan ciddi tutumu, umursamaz görünüşünün aksine oldukça kibar bir insan olmasıyla tanınmış, ilgisiz davrandığı kişi ve olaylara karşı ise aşırı merak duymasıyla çevresinde yer edinmiştir. Şiirlerinde yansıttığı halk adamı tavrını, günlük hayatında da benimsemeye çalışan Orhan Veli, yarı İstanbul kabadayısı, yarı taşralı olan bu tipe bürünmeye çalışmıştır.
Ankara’da 28 sayı çıkardığı Yaprak dergisinin (1 Ocak 1949-15 Haziran 1950) işleri nedeniyle Ankara’ya geldiği bir sırada karanlık bir sokakta gece vakti yürürken açılmış bir çukura düşmüş ve başından darbe almıştır. Bu olayın ardından İstanbul’a döndüğü 14 Kasım gecesi; Şişli, Hasat Sokak 36 numaralı evde oturan bir arkadaşını ziyarete gitmiş ve orada fazla alkol aldığı için rahatsızlanmıştır. Bunun üzerine Cerrahpaşa Hastanesi’ne kaldırılan Orhan Veli, ilk bulgulara göre alkol zehirlenmesi geçirip komaya girerek; adli tıp raporuna göre ise beyin kanaması geçirerek 14 Kasım 1950 tarihinde 36 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur.
Orhan Veli, Cumhuriyet devri Türk şiirinin önemli simaları arasındadır. “Nesli eski inançların tamamıyla yıkıldığı, düşünen bir insanı tatmin edici bir dünya görüşünün okula ve hayata henüz iyice yerleşmediği bir devirde yetişmiştir”. Edebiyata ilgisi ilkokulda başlamış, öğretmeni Sedat Bey onun kabiliyetini sezmiş ve onu daha çok ve daha güzel yazmaya teşvik etmiştir. O yıllarda yayımlanan Çocuk Dünyası adlı dergide ilk hikâyesi yayımlanmıştır. Ankara Lisesi’ndeki edebiyat hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’dan gördüğü destekle güzel yazı ve şiirler yazmış; böylece imalesiz, zihafsız ilk şiirlerini meydana getirmiştir.
Onun ilgisini nesirden nazma yönelten, kendisinden iki sınıf önde olan Hıfzı Oğuz Bekata’dır. Rıfkı Melül Meriç, Halil Vedat Fıratlı, Yahya Saim Ozanoğlu lisedeki edebiyat hocalarıdır ve yetişmesinde büyük katkı sağlamışlardır. Öte yandan Gazi İlkokulu’nun son sınıfındayken tanıştığı Oktay Rıfat ve Ankara Lisesi’nin birinci sınıfında karşılaştığı Melih Cevdet’le ömür boyu beraber olmuş ve aynı şiir görüşünü paylaşmışlardır. Lise kooperatifinin sermayesiyle Sesimiz adlı bir dergi çıkarıp kendi yazılarını da burada yayımlamışlardır.
Orhan Veli küçük yaşlarda tiyatro ile de ilgilenmiştir. Beykoz’daki evlerinin bahçesinde arkadaşlarıyla beraber sahne kurmuş ve kendi yazdığı piyesleri temsil etmiştir. İlk piyesi Doktor İhsan’ı 16-17 yaşlarında yazıp bizzat sahneye koymuştur. Bu, iki perdelik basit bir vodvildir. Ankara’da iken iki okul müsameresinde rol almış, Raşit Rıza’nın temsil ettiği Aktör Kin piyesinde oynamıştır. Ankara Halkevi’nde Ercüment Behzat Lav’ın sahneye koyduğu Molière’in Zor Nikah’ında Üstâd-i Sânî rolüyle sahneye çıkmıştır. Sahnede gösterdiği başarılardan sonra, Maeterlinck’in Monna Vanna piyesinde baba rolünde seyirciyle buluşmuştur. Sahne çalışmaları bu rollerle sınırlı kalmış; tiyatro alanındaki çalışmaları aktör olarak değil, mütercim olarak devam etmiş, birçok piyesi dilimize çevirmiştir.
Orhan Veli 1936 yılında başladığı şiirde 1937’den itibaren yeni bir tarz ve üslup yaratmıştır. 1941’de de Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’la birlikte Garip adında bir kitap yayımlamış ve kitaba koydukları ön sözle Türk şiirinde inkılâp ve tartışma yaratmışlardır: “Şiirsiz şiir veya edebiyatsız edebiyat. Kendilerinin deyimiyle ‘şairanelik’in tasfiyesi, mutlak samimiyet, gerçeğe bağlılık”.
Bilge Ercilasun Orhan Veli’nin şiirini; Garip öncesi, Garip devresi ve Garip sonrası olmak üzere üç devrede incelemiş, her devreyi kendi içinde şiir örnekleriyle açıklamıştır.
Garip Öncesi Devre (1936-1941)’de bulunan şiirler eski ve yeni şiirler olmak üzere iki farklı karakterdedir. Eski şiirleri (1936-1937) içinde yer alan ilk şiiri 1 Aralık 1936’da Varlık dergisinde Mehmet Ali Sel imzasıyla yayımlanmıştır. Orhan Veli’nin bu tarz şiirleri; muhteva, şekil, dil ve üslup bakımından geleneğe bağlıdır. Dörtlüklerle ve hece vezniyle, kafiyeli yazılmıştır. Romantik, lirik ve felsefidir. Baudelaire ve Necip Fazıl etkilerinin de hissedildiği bu şiirleri 1937-1941 arasında yazdığı yeni şiirler izlemiştir. Bu şiirlerde vezin, kafiye, edebî sanatlar ve imajlar yoktur. “Şaire göre kafiye önce ikinci satırın hatırlanması için kullanılmış, sonra güzellik unsuru olarak buna vezin eklenmiştir”.
Bu şiirlerde; dil sadedir, mısralar yan yana geldiğinde bir nesir cümlesi oluşur ve Fransız sürrealistlerinin etkisi görülür. Konular çeşitlenir: Günlük aşk, tabiat, küçük insanlar, deniz, çapkınlık, işsizlik, fabrika işçisi, sokak, ağaç, sonsuzluk, çocukluk, yalnızlık, İstanbul, ölüm, savaş… Orhan Veli 1939’dan sonraki şiirlerde II. Dünya Savaşı’nın etkisiyle olsa gerek hayata karşı ironik bir tavır almaya başlar. Hayat karşısında kötümser, alaycı, sıkıntılı, ümitsiz, bağsız ve inançsızdır. Hayatı boyunca bu tavır şiirlerine hâkimdir. “O, Türk şiirini alıştığı konuların dışına çıkarmış, şiirin konularını genişletmiş ve çoğaltmıştır. Şiir dilini ve yapısını da değiştirmiş, şiirin kelime hazinesini zenginleştirmiştir. Şair ne yapmak istediğinin farkındadır”.
Garip Devresi (1941) olarak adlandırılan yıllarda Orhan Veli, arkadaşları Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’la birlikte yayımladığı Garip adlı bir şiir kitabının başına koyduğu ön sözde şiir hakkındaki düşüncelerini açıklamıştır. Garip Hareketi, kendinden önceki şiir anlayışlarına büyük bir tepkinin ifadesidir. Nâzım Hikmet’in, Ahmet Haşim’in ve Beş Hececilerin şiirlerini reddeden Orhan Veli tamamen yeni bir şiire ihtiyaç duymuş ve bunu da belirtmekten çekinmemiştir. Orhan Veli bu devrede yazdığı şiirlerinde ferdî konuların yanında, sadeleşen diliyle beraber sosyal konulara da yer vermiş, çocuk söyleyişleri ve tekerlemelerini de şiirlerine almıştır. “Orhan Veli, şiirdeki çocuksu söylemin artılarını çok iyi tespit etmiştir. Eğer bu söylemi tespit etmemiş olsaydı, o hınzırca duygu ve düşünceleri bu kadar rahat, bu kadar etkili ve bu kadar güzel dile getiremeyecekti. Bir yetişkinin kolay kolay söyleyemeyeceğini bir çocuğun ağzıyla rahatça söyle(t)miştir. O, bilinçli olarak çocuksu söylemi seçmiştir”.
Garip Sonrası Devre’de şair, Garip’ten sonra; Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947) ve Karşı (1949) adlı dört şiir kitabı yayımlamıştır. Orhan Veli’nin sanatı zamanla ferdiyetçilikten topluma doğru yayılmıştır. Fakat her ne kadar toplumsal bir görüşe dayansa da şiirlerinde yine ferdi konular ağır basmıştır. Orhan Veli’nin şiirlerinde deniz ve su önemli bir yer tutmuş bu tür şiirlerinde martı göstergesini sık sık kullanmıştır. Üçüncü devrede yazdığı şiirlerindeki ortak özellik halk kültüründen faydalanma ve toplumsal muhtevadır.
Gelenekten gelen birikimi, zengin bir kültürün izlerini şiirlerinde çok çeşitli konularla birlikte işlemesine yardımcı olmuştur. Orhan Veli’nin zengin kültürel alt yapısıyla oluşturduğu şiirlerinde aşk, kadın, hüzün, ölüm duygusu, II. Dünya Savaşı, yalnızlık, gurbet, kaçış, Türkiye coğrafyası ile ilgili konuların içinde en çok kullandıkları İstanbul, deniz ve tabiat temalarıdır. İstanbul’un tabiatı; vasıtaları ve varlıklarıyla onun şiirlerinde hayat bulmuştur. Ercilasun’a göre; İstanbul’u Yahya Kemal ve Nedim’den sonra en iyi tasvir eden şair Orhan Veli’dir.
İstanbul’un denizi de şairde sonsuzluk hissi uyandırdığı için onun şiirinin kaynakları arasındadır. “Orhan Veli’nin şiirinde de İstanbul, çeşitli mekânları ve çeşitli görünüşleri ile yaşanılan, paylaşılan ve özlenilen bir mekândır. Fakat açık bir gerçektir ki, Orhan Veli’nin yaşanılan, paylaşılan ve özlenilen İstanbul mekânları, Nedim’in, Yahya Kemal’in mekânlarından farklıdır”. Su ve deniz hayali üzerine kurulan şiirleri, boşluk hissi ve kaçış temasıyla örtüşerek derin anlamlar yaratır.
Garip hareketi; Orhan Veli ve Oktay Rıfat’ın birlikte kaleme aldıkları “Ağaç” adlı şiirdeki tabiat temasıyla başlar. 15.09.1937 tarihli ve altı mısralık bu şiirde Orhan Veli yeni tarz şiirin habercisi konumundadır. Tabiata ait canlı ve cansız varlıkların bütününün içinde en çok öne çıkan öğeler; kimi zaman martı, ağaç, kuş, erik ağacı, hatmi, söğüt ağacı, çiçeklerdir; kimi zamansa bulutlar, yıldızlar, gökyüzü ve ay ışığı gibi astronomik unsurlardır.
Şiirlerinde inançsızlıktan doğan boşluk, ölüm korkusu ve yaşama sevinciyle birleşmiştir. Orhan Veli’nin şiiri zamanla ne kadar değişirse değişsin bu temalar değişmeden kalkmıştır. Kaçış teması kimi zaman yolculuk ve seyahat planı olarak realiteden kaçarak hayalî bir ülkeye sığınma arzusuyla bütünleşmiştir. Realiteden kaçış onun hür olma isteğinin somutlaşmış hâli gibidir. Bazen alkole sığınır bazense çocukluğunun anılarına. Şairin tavrı hayata aldırmıyormuş gibi alaycı olsa da; kimi zaman betimlemeleri natüralist, kimi zaman da realisttir.
Bu nedenle imaj kullanmaya ihtiyaç duymamış olduğu gibi, her şeyi tüm yalınlığıyla gözler önüne de sermiştir. İlk şiirlerinde ironinin bulunmaması, sonraki şiirlerinde çok sık görülmesiyle zıtlık oluşturur. La Fontaine’den çeviriler yapması, Nasrettin Hoca hikâyelerini nazım alanında yeniden yazması onun farklı alanlardaki başarılarının göstergesidir. “Onun şiirlerinde; Allah’tan Peygambere, meleklerden müezzine, Bâkî’den Şehrazat’a, Ahmet Haşim’den Nazım Hikmet’e, Kanunî Sultan Süleyman’dan Atatürk’e, Hitler’den Celal Bayar’a, edebiyat tarihçisinden şoför’e, köylüden seyise kadar alay etmediği inanç, değer, kişi ve kavram yoktur. Kendisine kadar işlenegelenleri, itibarsızlaştırmak maksadıyla şiirlerinde çekinmeden kullanır”.
Onun şiirlerinin konuları, günlük hayatın basit söyleyişleri değil; hayatın ta kendisi olduğu için dikkati çeker. Sözü farklı şekillerde ifade etme sanatı olarak şiir türünü gören Orhan Veli’nin yalın söyleyişi şiirlerinin evrenselliğinin ölçütüdür. Onun şiirleri İngilizce ve Özbekçeye çevrilmiştir. Kendine has üslubu ile ana dili ve yabancı dil öğretimi olarak Türkçede temel yapılar olarak görülen ‘bir, ol-, var, yok, su, ver-, güneş, çocuk, sabah, ve, bulut, ev’ gibi günlük yaşamdan seçilen kelimeler, Kılınçarslan’a göre Orhan Veli şiirinin en sık tekrar edilen ifadeleridir. Bu nedenle Orhan Veli şiirinin evrenselliği; Garip akımıyla getirdiği biçim- içerik yeniliğinin yanı sıra kullandığı kelimelerde gizlidir.