Semerkant’ın en erken yerleşilen kısmı olan Efrâsiyâb surlar içinde tahkim edilmiş kale tipi bir yerleşmedir. Şehrin daha yeni olan kısmı ise özellikle Timur devrinden beri söz konusu olmuştur ve aslında Semerkant diye anılan kısım da burasıdır. 1370’te Efrâsiyâb’ın hemen yanında kurulan bu şehir 13 km. uzunluğunda ve 8 m. yüksekliğinde altı kapılı sur içinde bir yerleşmeydi. Gelişimini özellikle Timur’a borçlu olan şehirde onun zamanında büyük bir imar faaliyeti vardı. Timur ele geçirdiği yerlerden mimar ve sanatkârları buraya getiriyordu. Timur’un mimari eserlerin yapımını bizzat takip etmesi ve yönlendirmesi de bu gelişime katkı sağlamıştır.
Semerkant’ta kısmen Orta Asya özelliği kazanmış Arap İslâm mimarisine ait ilk imar faaliyetleri Horasan Valisi Kuteybe b. Müslim zamanında gerçekleşmiştir. Şehrin hâkimiyle yapılan antlaşmada cuma camii inşa edilmesi maddesi de vardı. Söz konusu tarihte şehir Araplar tarafından alındığında buradaki âteşkedeler ve Budist tapınakları tahrip edilmişti. Araplar’dan sonra Orta Asya’nın doğu kesimiyle beraber Özbekistan’a hâkim olan Türk hânedanı Karahanlılar dönemine ait Semerkant’ta Şâh-ı Zinde mezarlık alanında bulunan XI-XII. yüzyıllara ait türbelerin izleri tesbit edilmiştir. Ayrıca N. B. Nemzova tarafından 1969, 1972 yıllarında kazıları yapılan ve Tamgaç Han tarafından 1066’da inşa ettirilmiş tuğladan dört eyvanlı bir avluya sahip olduğu anlaşılan bir medresenin kalıntıları burada açığa çıkarılmıştır.
Şehirde Türk-İslâm mimarisinde Timurlular önemli varlık göstermiştir. Bugün sadece belirli bölümleri ayakta duran Semerkant’taki Bîbî Hanım (Bîbî Hatun) Camii, Timurlu ihtişamını yansıtan tipik bir örnektir. Aslında Timur’un cuma camii olan bu yapı 1399-1405 yılları arasında inşa edilmiştir. Yapı, Timurlu mimarisine has dışa doğru taşkın büyük kemerli girişin yer aldığı ve daha içeride mermer ikinci bir taçkapının bulunduğu, özgün şekli dikdörtgen biçiminde, dört eyvanlı, avlulu, tuğladan yapılmış muhteşem bir eserdir.
Semerkant’ta Timurlu dönemi yapılarından Gûr-ı Emîr
Eyvanları bağlayan kısımların küçük kubbelerle kaplı olduğu düşünülmektedir. Yapının en önemli kısmı olan kıble tarafındaki eyvanlı-kubbeli mekân ve diğer eyvan bölümleri günümüze kadar gelmiştir. Mevcut kubbeleri yine Timurlular’a özgü yüksek kasnaklı, oldukça sivri dilimli ve fîrûze sırlı tuğlalarla kaplıdır. Bu kubbeler İslâm öncesi Orta Asya’sının lotus kubbelerini örnek alan, ancak bazı sanat tarihçilerinin soğan kubbe diye andıkları sivri kubbelerdendir.
Timur’un torunu Muhammed Sultan Mirza için inşa edilen, ardından Timur’un kendisinin de gömülmesinden dolayı onun adıyla anılan Gûr-ı Emîr de Semerkant’taki Timurlu şaheserlerindendir. Bir tarafında medrese, diğer tarafında mescid ve hankahın yer aldığı avlunun gerisinde dıştan sekizgen, içten kare şeklinde inşa edilmiş mumyalık-cenazelik katı da bulunan yapı çini ile kaplanmış dilimli kubbesiyle Semerkant şehrinin simgelerinden biridir.
Çoğunluğu XIV-XV. yüzyıllardan kalma olan Şâh-ı Zinde Mezarlığı’ndaki yapılar ve bilhassa türbeler de bu dönemin önemli eserlerindendir. Uluğ Bey’in yaptırdığı bir taçkapı (dervâze, 1434) vasıtasıyla girilen, içinde sahâbî Kusem b. Abbas’ın türbesinin (1335) yer aldığı inişli çıkışlı bir yolun iki tarafındaki bu anıtlar özellikle çok renkli sır ve mozaik çini tekniğinin kullanıldığı süslemeleriyle dikkati çeker. Mezar anıtlarının çoğunluğu dörtgen planlı olup sadece bir tanesi sekizgendir. Buradaki binalar Uluğ Bey’in yaptırdığı taçkapıdan itibaren şu şekilde sıralanabilir: Yolun solunda Usta Sâdık (mimar) ismiyle anılan bir kışlık ve bir yazlık mescid (1910), sağında ise Devlet Kuş Bigi Medresesi (1813) vardır. Yolun az yukarısında merdivenlerin başlangıcında solda Kadızâde-i Rûmî’nin türbesi (yaklaşık 1430) bulunur.
Daha yukarıda yolun solunda yan yana Şâd-ı Mülk Akā (Türkân Akā) (1372) ve Emîrzâde (1386) türbeleriyle bunların karşı tarafında Emîr Hüseyin (1376) ve Şîrin Bike Akā’nın (1385) türbeleri vardır. Az ileride yolun sağındaki çokgen türbe ise muhtemelen Aştek Türbesi’dir. Sağa doğru hafifçe bükülen yolda ileride solda tek başına duran kare kubbeli türbe Usta Ali (?) Türbesi’dir. Daha ileride solda Karahanlı devrinden kalma medresenin içinde kime ait olduğu bilinmeyen bir türbe, az ilerisinde Emîr Burunduk (?) Türbesi (1380) bulunur.
1. Semerkant’tan bir görünüş 2. Kusem b. Abbas Türbesi
Kusem b. Abbas’ın mezarı üzerindeki türbe ise ekli yapılarıyla bir kısmı solda, çoğunluğu yolun karşısında yer alır. Burada türbeden başka cami ve ziyarethâne de vardır. Sağdan devam edildiğinde Şah Arap (?) Türbesi’nden sonra karşıda Toman Akā Türbesi (1405) ve onun yanındaki mescidle karşılaşılır. Nihayet yolun solunda ortadaki kare biçimli türbe olan Hoca Ahmed Türbesi ile yapılar topluluğu sona ermektedir. Burada bazı türbelerin kime ait olduğu tartışmalıdır, bazı yapılar da bugün mevcut değildir.
Şehrin kuzeyinde Çoban Ata ismiyle anılan, kare şeklinde, 1430-1440 yıllarından kalmış olan bir iç kubbe üzerine külâhlı yapının kime ait olduğu (bazılarına göre bir makam türbe) bilinmemektedir. Semerkant’ta geç Timurlu anıtlarının dikkat çekenlerinden olan İşret Hane adlı mezar anıtı da (1460-1464) bu devirde mezar anıtlarının ne derece geliştiğini gösteren önemli bir örnektir. 1903 depreminde yüksek kasnaklı kubbeli kısmı çökmüştür. Dört tarafa yönelen bu kısmın kuzeyinde yine kubbeli bir cami ve güneyde dört kubbeli mekân özellikle içteki stuko ve kalem işleriyle dikkati çekmekteydi.
Semerkant’ta Bîbî Hanım yapılar topluluğu
Registan Meydanı’nın çevresinde bulunan, dört eyvanlı, avlulu Uluğ Bey Medresesi’nin (1417-1420) ön planda olduğu toplam üç medrese (diğerleri 1619-1636 tarihli Şîrdâr, 1646-1660 tarihli Tillâkârî medreseleri) dört eyvanlı, avlulu tipik Timurlu veya Timurlu tarzını sürdüren medreselerdir. Bu medreselerden özellikle Şîrdâr Medresesi taçkapısındaki kaplan-güneş (aslan yerine kullanılmıştır) kabartması ile ünlüdür ve ismini de buradan almaktadır.
İlk defa 1409’da inşa edilen Uluğ Beğ Rasathânesi diğer önemli bir yapıdır. Fen bilimleri alanında müslüman Türkler’in ulaştığı yüksek seviyeyi göstermesi bakımından son derece önemli olan bu yapının günümüze sadece meridyen ölçümünün yapıldığı bölümü gelebilmiştir. Araştırmacılar bu mimarlık şaheserinin çok katlı silindirik yapıda bir bina olduğunu ileri sürmektedir. Semerkant’ın Sovyet dönemi binaları, Rus mimarisinin etkilerini Özbekistan’ın eski mimari özellikleriyle birleştirerek Taşkent’te de yoğun biçimde görüldüğü gibi modern mimari örneklerini oluşturur. Semerkant’taki müze yapıları ve bazı resmî binalar bu grup içinde gösterilebilir.