Ultimate magazine theme for WordPress.

Türk Tarihi ve Sosyolojimiz – Doğu – Batı Algısı

0 85

Ayrıntılar üzerinde durmak istemiyoruz. Çalışmalarımız sırasında sıkça değinildi. İnsanoğlu, doğayla doğrudan ve kendiliğinden kurduğu ilişkilerin gereksinmelerine yanıt vermemesi, yaşamını sürdürmesine izin vermemesi sonucunda kendi gücüyle ve başka insanlarla kurduğu ilişkilerle doğa karşısındaki eksikliklerini kapatma yoluna gitmiştir. Bu ilişkiler toplumun kaynağını oluşturmaktadır. Toplum biçiminde yaşam tarihi bir olaydır, toplum Tanrı yazgısı olmadığı gibi toplumu içgüdü ile açıklamak da mümkün değildir. Toplumun sınırını çizen, ona özelliklerini kazandıran ilişkiler sorunlarının çözümü ile ilişkilidir. Bu ilişkiler canlı, dinamik ilişkilerdir. Bir kez ve değişmez biçimde topluma dışarıdan verilmiş değildir. İnsan çabasının ürünüdür.

İnsan toplum yaşamına etkin bir biçimde katılmakta, ilişkilerde etkin bir rol oynamaktadır. Bu nedenle bu çabanın sonucu toplum ilişkileri biçim değiştirebilmiş ve yeni bir yön kazanabilmiştir. Toplum belli sorunları aştıkça yeni sorunların gündeme gelmesi ya da daha önce geri planda kalmış sorunların ön plana çıkması, bu sorunların çözülmesi için yeni ilişkileri gerektirmiştir. İlişkilerde görülen bu gelişme tarihin de kaynağıdır. Aynen ve durmadan yinelenen ilişkiler zinciri içinde zaman boyutunu yakalamak, kavramak olanağı bulunmamaktadır. Ancak insanoğlu yaşadığı deneylerden gerekli sonuçları çıkarmıştır.

Tarihte sorunların çözümü hep bir üst düzeyde gerçekleşmiştir. Her yeni çözüm de eski ve bilinen sorunların çözümünü içermektedir. Böylece tarih başıboş, rastlantısal, anlamsız bir hareket değildir. Belli bir birikimi, zenginleşmeyi içeren, ilerlemeye açık bir süreçtir. Tarihi gelişme ve birikim hiç kimsenin karşı çıkamayacağı bir gerçekliktir. Üst düzey ilişkiler öbür ve alt düzey olayları kavramaya izin verdiği gibi, bu olayların aşılmasına ya da yeni bir anlam kazanmasına da yol açmıştır.

Genel kavramlardan somut kavramlara, bütünden özele ve tekile giden yöntemin toplum bilimlerinde tek geçerli yöntem oluşu da boşuna değildir. Fizik ya da doğa bilimlerinde belki parçalardan bütüne gitmek, bütünün bilgisini elde etmek mümkündür ama toplum olaylarının anlaşılmasında bütünü kavramamıza izin verecek kuramdan yoksunluk gerçekleri tüm boyutlarıyla kavramamıza engel oluşturmaktadır.

Sosyolojide ve toplum bilimlerinde küçük birimlerden, ayrıntılardan yola çıkarak belli sonuçlar çıkarma çabası da sonuçta bütünsel kuramdan bağımsız değildir. İlişkilerin çok yönlü ve karmaşık olması nedeniyle toplum olayları ancak bütün ile olan ilişkilerinde gerçek anlamını bulabilir. Sosyoloji bu yönde bir çaba olmasına karşın bu çabası çok genel ve soyut düzeyde kalmıştır.

Getirilen kalıpların Türk toplum ve tarihi ile uyuşması mümkün değildir. Bütünü elde etmemize izin veren kuramlar soyut ve mutlak değerler veya bizim kendilerine önem atfettiğimiz değerler üzerine değil, toplum yaşamında ve tarihin akışında en üst düzey ilişkiler üzerine kurulu olmayı gerektirir. Bu açıdan Batı tarih kuramlarının en önemli sakıncası açıklamalarını toplumla ve Batı ile sınırlı tutmuş olmasıdır. Batı kendi lehine kurulu dünya dengesini mutlaklaştıran görüşleri belli gerçekler olarak sunmaktadır. Toplum üzerinde etkinlikten de bu anlaşılmaktadır.

Toplum gerçeği Batı çıkarları ile sınırlı, doğrudan ilişkilerin mümkün olduğu düzeyde ve olanaklar ölçüsünde ele alınmaktadır. Olaylar yanında olaylara bakış açısı da sınırlıdır. Toplum kesitleri ve toplumlar arası farklılaşmanın belirginleşmesi, bu farklılaşma ve çıkarlara uygun bilgi üretilmeye koşulunması sosyolojinin de sorununu oluşturmaktadır. Bu bir eksikliktir, aynı zamanda günümüz güç dengesi içinde sonuçları itibariyle bizim kabul edebileceğimiz bir görüş değildir. Biz Batı tarihini de kapsayacak bir dünya tarihi açıklamasını amaçlıyoruz. Gelişme çizgilerinin çeşitliliğe rağmen dünya tarihinin birliği vazgeçemeyeceğimiz bir gerçekliktir.

Son dönemde Batı dünya egemenliği toplumlar arası ilişkilerin doğal gelişmesinin değil, Batı dayatmalarının bir ürünüdür. Bu dayatma sırasında Batı’nın kendi açıklamalarını dayatması garipsenmemiş, önemli bir karşı çıkışa yol açmamıştır. Ama dayatmalardan istenilen sonuç alınınca açıklamalar Batı için de benimsenir olmaktan çıkmıştır.

Batı, bugün kendi açıklamalarıyla birlikte dünya egemenliğini de tartışma konusu yapabileceği için ve temel sorunlara karşılık getirmede güçlüğü nedeniyle yeni ve geçerli açıklama aramak yerine bütüncü kuramlara sırt çevirmektedir. Batı’da yeni bir aşama, sıçrama yapacak bir toplum kesiti veya toplumun görülmemesi de bu tutumunun sosyolojide yaygınlaşmasına neden olmaktadır.

Türk tarihinin geniş kapsamlı, bütüncü bir dünya ve tarih görüşünün elde edilebilmesi için çok önemli bir üstünlüğü bulunmaktadır. Bunun nedeni Türklerin tarihte en üst düzeyde ilişkilere katılmış olmalarıdır. Türk toplum ve tarihinin üstünlüğü ve önemi de buradan kaynaklanmaktadır. Batı’nın tarih açıklamalarında ölçü olarak kullandığı birim toplumdur ve bu, Batı için geçerli belli bir toplum modelidir. Böylece Batı eksenli ve Batı ile sınırlı bir açıklama elde edebilmektedir. Bu açıklamada öbür toplumlara gerek duyulmamaktadır.

Tarihteki gelişmelerde başka toplumların rolü ve ağırlığının bulunabileceğinin düşünülmesine bile tahammülsüzlük gösterilmektedir. Batı’da feodalizmin temelinde Cermen akınları ve etkisinden söz edilmesine yurdumuzda bile gösterilen tepkileri anımsayalım. Oysa toplumların tarih içindeki yerlerini, kimliklerini, çıkarlarını ve dolayısıyla toplum içindeki ilişkilerini belirleyen şey toplumlar arası ilişkilerdir. Ve toplumlar arası ilişkiler içinde toplumlara gerçek yerlerini kazandıran toplumlar arası çatışmalardır.

Türkler tarih içinde önemlerini toplumlar arası ilişkilerde kazanmışlar, önce yerleşik-göçebe çatışmasında, daha sonra ise Doğu-Batı çatışmasında yer alarak dünya tarihinde önemli bir rol oynamışlardır. Bu, Türk toplum tarihinin, ona farklılık ve üstünlük kazandıran en önemli özelliğidir. Türkler yalnızca önemlerini değil kimliklerini de bu ilişkiler içinde kazanmışlardır.

Türklerin kendi kimliklerini açık biçimde ortaya koydukları ilk metin, Orhun yazıtları, yerleşik uygarlıklarla, Çin ile olan ilişkilerini konu almaktadır. Türklerin Anadolu’daki serüveni de Bizans ile giriştikleri savaşlarla başlamaktadır. Haçlı Seferleri Türklerin Yakın Doğu’da ayrıcalıklı bir yer kazanmasına yol açmıştır. Osmanlı dönemi Batı ile aralıksız süren savaşlar tarihi olarak süreklilik göstermiştir.

Toplumlar arası ilişkilerde belirleyici olan Doğu-Batı çatışmasında yer almak olmuştur. Bir yerde bu, tarihte gelişmeyi izleyen toplumların ortak özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Ama yine de biz Türklerin bu çatışmada çok özel bir konumu bulunmaktadır. Osmanlı döneminde bir dünya imparatorluğu sahibi olarak bu ilişkileri denetleyen ve yönlendiren konumda bulunduk. Bu konumu çok eski tarihlerde değil, yakın bir geçmişe kadar sürdürdük. Söz konusu ilişkilerin en geniş boyuta ulaştığı ve geçmiş deneylerin birikimine de sahip olabilme imkanının bulunduğu bir dönemde Osmanlı ağırlığını sürdürmüştür. Bu açıdan Osmanlı deneyi Roma deneyiyle karşılaştırılamayacak üstünlüklere sahip bulunmaktadır.

Osmanlı Doğu-Batı çatışmasına etkin olarak katıldığı gibi, bu çatışmanın gerçekleriyle yüzleşmekten kaçınması için de herhangi bir neden bulunmamaktadır. Osmanlı, toplumlar arası ilişkilerde, Doğu-Batı çatışmasında etkinliğine karşın bu etkinliğini öbür toplumları sömürmek için kullanmamış, aksine üretici halkları korumak, mazlum ulusları savunmak için kullanmıştır.

Günümüzde Batı kazanmış olduğu tüm üstünlüğe ve bugün karşısında herhangi bir güç bulunmaz görünmesine karşılık tarihle gerçek bir hesaplaşmadan kaçınmakta, günümüzde sınırlı tutulan küreselleşmeyi tarihe taşımaya yanaşmamaktadır. Oysa bu konuda Türkiye’nin hiçbir çekincesi bulunmamaktadır. Gerçekte olayların açıklamasını bu düzeyde aramak gerekmektedir.

Batı günümüzde mevcut dünya egemenliğini verili olarak kabul edip temel çatışmayı tartışmaktan kaçınmaktadır. Toplumların ayrı gelişme çizgileri dünya tarihi çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu dünya tarihinin zenginliğini oluşturmaktadır. Batı iç çelişkilerinden yola çıkarak dünyada görülen gelişmeleri açıklamadaki güçlüklere karşılık Doğu-Batı ilişkilerindeki gelişmeler yalnızca Türk tarihini değil, Batı’nın tarihte geçirdiği aşamaları ve Batı tarihi içinde açıklanması sorun olan olayları da anlamamıza izin vermektedir. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yapılan bir çok çalışma bu yöndedir. Türk tarihinin ve özellikle Osmanlının kendi özelliklerinden yola çıkarak getirilen açıklama çabası sosyolojimiz için yaşamsal bir önem taşımaktadır.

Tarih tüm toplum bilimlerinin temelini oluşturmaktadır. Bizim düşüncemiz bu yöndedir. Tarih özel bir ilgi alanı değildir, tüm toplum olaylarının biçim ve özelliklerini kazandığı insanlığın ortak deneyidir. Bu nedenle tarih sonuçları yalnızca kendisi ile sınırlı değil, tüm toplum bilimlerine açıklayıcı bir temel sağlamaktadır. Bu nedenle doğru tarih bilgisi toplum olayları üzerinde insanoğlunun gerekli denetim ve etkinliği sağlamasına imkan vermektedir.

Batı, günümüzde elde etmiş olduğu etkinlik ve olaylar üzerindeki denetimini yeterli bulabilir. Dahası bu etkinliği başkalarıyla, başka deyişle tüm insanlıkla paylaşmak istemeyebilir. Bu nedenle de tarih biliminde gerekli sıçramanın yapılmasına gönüllü olmayabilir. Oysa Türkiye’nin olaylar ve doğa üzerinde insanlığın gerçek denetim ve egemenliğinin kurulmasından çekinmesini gerektirir herhangi neden yoktur. Aksine bugün karşılaştığı sorunlarını böylece aşmak olanağına kavuşabilecektir.

Günümüzdeki konumu buna izin verdiği gibi tarihteki konumu da doğru açıklamaların elde edilebilmesinde önemli üstünlüğünü oluşturmaktadır. Türk toplumu tarihte gelişmelere yön veren temel olaylara katılmış, bu olayların sonuçlarına tarihinde çok yakından tanık olmuştur. Türk toplumunun önemine inandığımız gibi, Türk tarihinin incelenmesinin de önemine inanmaktayız. Tarihin doğru yorumlanması geleceğimizi biçimlendirmemiz açısından öncelik taşımaktadır. Türk tarihi bu açıdan büyük olanaklara sahiptir.

Tarihçilerimize ve toplum bilimleriyle uğraşanlara düşen görev, kendilerini getirilmiş sınırlılıklara tutsak kılmadan tüm insanlığa geçmiş değerleri, deneyleri kazandırmaya koşulmaktır. Egemen tarih anlayışını Türk tarihinden örneklerle resimlendirmek, çeşitlemek kolay, dışarıdan övgü almaya elverişli bir yoldur ama bizim açımızdan verimsiz bir çabadır. Ve bu tür bir yaklaşım toplumumuzu ve tarihimizi ikincil bir önemde kalmaktan kurtaramayacaktır.

Alışılmış kalıpların dışına çıkmak, kuramsal ve kavramsal donanımımızı yeni baştan kurmak, soruları yeni baştan sormak durumundayız. Bu zor bir çabadır. Bu zorluk nedeniyle arayışlarımız sırasında yanılgılara da düşebiliriz. Ama Türk tarihinin kendisi bu zorlukların aşılabileceğini kanıtlamaktadır. Sonunda başarı kaçınılmazdır. İnsanlık günümüzdeki adaletsizliği hiçbir biçimde hak etmemektedir.

Kaynak Prof. Dr. Baykan SEZER - TÜRK TARİHİ VE SOSYOLOJİMİZ
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku