Doğum Tarihi: 1494, Kerbela, Irak
Ölüm Tarihi: 11 Ocak 1556, Kerbela, Irak
Asıl adı Mehmed, babasının adı ise Süleyman’dır. Başkalarının tercih etmeyeceğini düşündüğü ve olumlu anlamıyla kendisini tanımlayıcı bulduğu için “fuzûlî” sözcüğünü mahlas olarak almıştır. Selçuklular zamanında Kerkük ve Bağdat çevresindeki geniş alana yerleşen Türkmenlerin Bayat boyundandır. Kaynakların bir kısmı, Fuzûlî-i Bağdadî diye anılmasından ötürü onu Bağdatlı gösterirken Necef, Hille veya Kerbelalı olduğunu söyleyenler de vardır. Fuzûlî’nin doğum yeri gibi doğum tarihi de tam olarak bilinmemektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda şairin Türkçe Dîvânı’nın mukaddimesinde geçen “menşe ve mevlidim Irak” ibaresinin ebced değeri olan 888/1483 yılında doğduğu kabul edilmektedir.
İlk eğitimini, kaynaklarda Hille müftüsü olduğuna dair rivayetlerle anılan babasından almış olması muhtemeldir. Daha sonra Rahmetullah adlı başka bir hocanın derslerine devam ettiği söylenir. Eğitim sürecinin evreleri belirsizliğini korusa da bilgin şairlerden olduğu kesindir. Bilginliğinden ötürü eski kaynaklar ondan Mevlânâ Fuzûlî diye bahsederler. Her ne kadar kaynaklarda Ahdî’nin “bende-i ehl-i tarîkat” nitelemesindeki belirsizliği ortadan kaldıracak, tasavvufa ne zaman ve nasıl meylettiğine dair merakımızı giderecek bilgiler bulunmasa da Fuzûlî’nin mistik tecrübeye sahip olduğu ve Şiiliğe mensubiyeti eserlerinden anlaşılmaktadır.
Siyasal istikrarsızlığın ve mezhep farklılığına dayalı ayrışmaların yaşandığı bir coğrafyanın bütün gelgitlerini onun hayatı ve eserleri üzerinden okumak mümkündür. Fuzûlî, kısacık ömrünü üç ayrı devletin tebası olarak tamamlamıştır. Çocukluk ve gençlik yıllarında Bağdat ve çevresi Akkoyunlu Türkmenlerinin egemenliğindedir. O da ilk kasidesini Akkoyunlu Elvend Bey’e sunmuştur. Yaşadığı bölgede etkili olan Muşaşaîlerden Ali bin Muhsin’e de Arapça kaside sunduğu bilinmektedir. 1508 yılında Bağdat, Şah İsmail’in eline geçince Fuzûlî, Safevilerin Bağdat valisi olan İbrahim Han Musullu’ya iki kaside ve bir terci-bent sunarak himayesine girmiştir. İbrahim Han’ın ölümünden sonra korumasız kalan şair, 1527 yılında tekrar Hille veya Necef’e geri dönmüştür. Bu dönemde Necef’teki Hz. Ali Türbesinde türbedarlık yaptığı tahmin edilmektedir.
1534 yılında Kanunî, Bağdat’ı fethettiğinde Fuzûlî, padişaha uzun bir kaside sunmuş ve “Geldi burc-ı evliyâya pâdişâh-ı nâmdâr” dizesini tarih düşürmüştür. Bu fetih onun Osmanlı ordusuyla birlikte Bağdat’a gelen şairlerden Hayalî ve Taşlıcalı Yahya ile tanışmasına vesile olmuştur. Leylâ ve Mecnûn mesnevisinin önsözünde anlattığına göre şairin, bu eserini adı geçen iki şairin teşvikiyle kaleme aldığını söylemesi bu buluşmayı önemsediğini gösterir.
Osmanlı bürokratlarına da kasideler takdim etmiş ve onların yakınlığını kazanmaya çalışmıştır. Kanunî için beş kaside yazan Fuzûlî, ayrıca Sadrazam İbrahim Paşa, Kazasker Abdulkadir Çelebi ve Nişancı Celalzâde Mustafa Çelebi gibi devlet ileri gelenlerine de kasideler sunmuştur. Ömrü boyunca gönlünce bir hami (patron) bulamamıştır. Osmanlıların Bağdat’ı fethinden sonra Fuzûlî, bir daha depreşmemek üzere ümitlerini kaybettiğini ünlü Şikâyetnâme adlı eserine yansıtmıştır.
Bağdat’ın fethinden ölümüne kadar (1534-1556) geçen zaman içinde Fuzûlî’nin ömrünü nerelerde geçirdiği tam olarak bilinmemektedir. Onun bazı şiirlerinde Bağdat’ı övdüğü, bazı şiirlerinde ise Bağdatlıları eleştirdiği ve ömrünün o bölgede geçmesine hayıflandığı görülür. Şair yukarıda bahsi geçen türbedarlık görevi dolayısıyla Kerbela ve Necef’te bulunmuş olmalıdır.
Fuzûlî, 1556 yılında Bağdat ve çevresini kasıp kavuran büyük veba salgını sırasında muhtemelen Kerbela’da vefat etmiştir. Ölümüne ebced hesabıyla “Geçdi Fuzûlî” sözüyle tarih düşürülmüştür. Mezarlarının ehl-i beyt türbelerine yakın olmasını arzu eden pek çok Şiî gibi Fuzûlî de bir beytinde, öldüğü zaman üzerine Hz. Hüseyin’in gölgesinin düşeceği bir yere gömülmeyi vasiyet etmiştir. Bu isteğine uygun olarak Kerbela’daki Hz. Hüseyin Türbesinin yanına gömüldüğü sanılmaktadır.
Fuzûlî’nin aile çevresinden sadece oğlu Fazlî Celebi hakkında kırık dökük malumat vardır. Ahdî’nin verdiği bilgilerden muamma yazmaya meyilli bir şair olduğu anlaşılmaktadır.
Eserleri
Fuzûlî üç dilde; Arapça, Farsça ve Türkçe manzum ve mensur eserler vermiştir. Onun eserleri Azerbaycan, İran ve Türkiye’de geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren yayımlanmıştır. Azerbaycan’da ve Türkiye’de edebiyat alanında yapılan ilk akademik çalışmaların konusu Fuzûlî’dir. Divan edebiyatıyla ilgili akademik çalışmaların emekleme aşamasında olduğu dönemde Hasan Ali Yücel, “Ali” mahlasıyla şiirlerine nazireler yazdığı Fuzûlî’nin bütün eserlerini hazırlamak üzere 27.10.1941 tarihinde bir komisyon kurmuştur. Bu komisyonun üyelerinin yaptığı çalışmaların bir kısmı farklı nedenlerle yayımlanamamıştır. Ama yayımlananlar bile Fuzûlî’ye dair bilgilerin sağlam temeller üzerine inşa edilmesine yetmiştir.
1-Türkçe Eserleri
Fuzûlî Dîvânı: Fuzûlî’nin şiire dair görüşlerini anlattığı mensur bir mukaddimeyle başlayan mürettep divanının nüshalarına aşağı yukarı bütün yazma eser kütüphanelerinde rastlanır. Tebriz, Bulak, Taşkent, Kahire ve İstanbul başta olmak üzere pek çok kültür merkezinde eski harflerle basılmıştır. Bu bakılanlardan bir kısmı Külliyat-ı Divân-ı Fuzûlî şeklindedir. Külliyat içinde başta Leylâ ve Mecnûn olmak üzere diğer eserlerine de yer verilmiştir. Eski harflerle en fazla basılan divanlardan biri olan Fuzûlî Dîvânı yeni harflerle de basılmıştır. Gölpınarlı ve Tarlan neşirlerinde kasideler yer almamaktadır. Mevcut baskılar ve yazmalar taranarak Kenan Akyüz ve arkadaşları tarafından karşılaştırmalı metni yayınlanmıştır. Fuzûlî’nin Türkçe Dîvânı’nda 42 kaside, 302 gazel, 1 müztezad, 12 musammat (3 murabba, 3 muhammes, 2 tahmis, 2 müseddes, 2 terci-bend), 42 kıt’a ve 72 rübai bulunmaktadır.
Leylâ ve Mecnûn: Türk edebiyatında Leylâ ile Mecnûn denildiğinde ilk akla gelen isim Fuzûlî’dir. Leylâ ve Mecnûn (y. 1535) mesnevisinin “Sebeb-i Nazm-ı Kitâb” kısmında Fuzûlî, eserini Bağdat’ın Kanuni tarafından fethi sırasında tanıştığı Osmanlı şairlerinin teşvikiyle yazdığını söyler. Leylâ ve Mecnûn, Bağdat ve Halep beylerbeyi olan Üveys Paşa’ya sunulmuştur.
Beng ü Bâde: Afyonla şarabın karşılaştırılarak şarabın üstün tutulduğu 444 beyitlik bu eser, Şah İsmail’e sunulmuştur. Eser münazara tarzında yazılmış alegorik bir mesnevidir. Dolayısıyla farklı yorumlara açıktır. Bazılarına göre eser, Osmanlı Padişahı II. Bayezid ile Şah İsmail arasındaki mücadeleyi sembolize etmektedir. Eserin Şah İsmail ile Müşaşaîlerden Ali b. Muhsin arasındaki mücadeleyi anlattığı da ileri sürülmüştür. Fuzûlî külliyatı içinde defalarca basılan eser Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından yayımlanmıştır.
Hadîs-i Erbain Tercümesi: Molla Câmî’nin Hadis-i Erbaîn adlı eserinin Nevayî’nin kırk hadis çevirisinin verdiği ilhamla Türkçeye uyarlanmasıdır. Mensur bir mukaddime ile başlayan risalede hadisler kıtalar şeklinde çevrilmiştir. Eser Abdülkadir Karahan ve Kemal Edip Kürkçüoğtu tarafından yayımlanmıştır. Kürkçüoğlu yayımında hadislerin Arapça asılları ve Câmî’nin Farsça manzum tercümesi birlikte verilmiştir (1951).
Sohbetü’l-Esmâr: Fuzûlî’ye ait olduğu henüz kesinlik kazanmamış 200 beyitlik bir mesnevidir. Eserde bir bağda meyvelerin konuşmaları, kendilerini övmeleri ve tartışmaları anlatılarak insanların da gerçek değerlerini düşünmeden boş yere anlaşmazlıklara düştükleri alegorik bir şekilde ifade edilir. Eser önce Hamit Araslı tarafından yayımlanmış, daha sonra Araslı’nın yayımladığı metin (1958) esas alınarak Kemal Peker (1960 ve Sedit Yüksel tarafından neşredilmiştir (1972).
Hadikatü’s-Süedâ: Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin Ravzatü’ş-şühedâ adlı maktelinden uyarlanan eserde Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilişi anlatılmaktadır. Arada bazı manzum parçaların da yer aldığı mensur bir eserdir. Buna rağmen Şiî ve Alevi-Bektaşi toplulukları arasında manzum eserler kadar itibar görmüştür. Klasik dönemin popüler kitaplarındandır. Yazma eser kütüphanelerinde çok sayıda nüshası vardır. İstanbul, Kahire ve Tebriz gibi önemli merkezlerde birçok defa basılmıştır. Hadîkatü’s-Süedâ’nın tenkitli neşri bir tanıtma ve değerlendirmeyle birlikte Şeyma Güngör tarafından yapılmıştır (1987).
Mektuplar: Fuzûlî’nin bugün elde bulunup yayımlanan mektuplarının sayısı beştir. Bunlardan Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi, Musul Mirlivası Ahmed Bey, Bağdat Valisi Ayas Paşa ve Kadı Alâeddin’e yazılan mektuplar Abdülkadir Karahan tarafından yayımlanmıştır (1948).
2-Farsça Eserleri
Fuzûlî, Farsça divan tertip etmiştir. Farsça eserleri arasında divanından başka Heft-câm (Sâkinâme), Sıhhat u Maraz (Hüsn ü Aşk) mesnevisi ve Rind ü Zahid adlı mensur eseri tanınmıştır.
Farsça Dîvân: Fuzûlî’nin Farsça Dîvânı hacim itibariyle Türkçe Dîvânı’ndan büyüktür. Farsça Dîvân’da 49 kaside, 410 gazel, 3 musammat (1 terkib-bend, 1 murabba, 1 müseddes), 46 kıt’a ve 105 rübai vardır. Eserin Türkçeye tercümesi (1950) Ali Nihad Tarlan, tenkitli neşri ise Hasibe Mazıoğlu tarafından yapılmıştır (1962).
Heft-câm: Sâkinâme adıyla da tanınan bu mesnevi 327 beyitten ibarettir. Bu mesnevi, 38 beyittik bir mukaddime ile yedi bölümden meydana gelmektedir. Tasavvufî mahiyetteki eserde musiki alet ve kavramları münazara kurgusu içerisinde konuşturulur. Fuzûlî’nin diğer eserleri arasında Sâkinâme adıyla birçok defa basılan eser Farsça Dîvânı içinde de yayımlanmıştır.
Risâle-i Muamma: Fuzûlî’nin muamma ustası olduğu bilinmektedir. Farsça muammalarının yer aldığı bu risâleyi Kemal Edip Kürkçüoğlu, şairin Türkçe muammalarını da ilave ederek yayımlanmıştır (1949).
Rind ü Zâhid: Zâhid bir baba ile rind oğlu arasındaki tartışmaları ihtiva eden bu mensur eserde rind şairin gönlünü, zâhid de düşüncesini temsil etmektedir.
Sıhhat u Maraz: Rûhnâme veya Hüsn ü Aşk olarak da bilinen eser Sühreverdi’nin Mûnisü’l-Uşşak’ından esinlenerek yazılmıştır. Tasavvufî ve alegorik mahiyetteki bu mensur eserde ruh ve beden ilişkisi sembolik olarak ele alınmaktadır. Kahramanları hüsn, aşk, ruh, kan, safra, balgam, sevda, mizaç, sıhhat, dimağ, maraz ve perhizdir. Eski tıp ilminin kavramlarına tasavvufî anlamlar yükleyerek dervişin fenafillaha erişebilmesi için neler yapması gerektiği anlatılır.
3-Arapça Eserleri
Arapça Dîvân tertip ettiği söylense de günümüze sadece on bir adet Arapça kasidesi ulaşmıştır. Bir de kelâm ilmiyle ilgili Matla’u’l-İtikâd fî Marifeti’l-Mebde ve’l-Me’âd adlı Arapça mensur bir eseri vardır.