Ultimate magazine theme for WordPress.

İslâm Kaynakların da İskender (Zülkarneyn)

0 504

Kur’ân-ı Kerîm’de geçen Zülkarneyn ile (el-Kehf 18/83-99) maceraları ve yaşadıkları bölge bakımından aralarında benzerlik bulunan İskender’in hayatı İslâmî edebiyatlarda destanî-efsanevî tarzda yer almış, onu ve maceralarını konu edinen müstakil kitaplar yazılmıştır. Genelde tarihî eserlerle tefsirlerde Zülkarneyn’in İskender-i Kebîr, İskender-i Ekber, İskender-i Himyerî; Makedonyalı İskender’in ise (Alexandre the Great) İskender-i Rûmî ve İskender-i Yunânî diye anılmasına rağmen edebî eserlerde bu adlandırmalar tamamen birbirine karışıp Zülkarneyn’in kişiliği İskender’in hayatına kuvvetli biçimde sindirilmiş ve “İskendernâme” adı verilen tür içinde de İskender neredeyse tamamen Zülkarneyn kimliğine bürünmüştür.

Anadolu’dan başlayarak Hindistan’a kadar uzanan seferleriyle bu ülkelerde yaşayan insanların hâfızalarında derin izler bırakmış olan İskender’in kişiliği etrafında doğmuş olan bu tür efsanelerin en eski şeklini, onun vak‘anüvisi filozof Callisthenes’e atfedilen eser vermektedir.

Batı dünyasında İskender hakkında yazılanların esas kaynağını Pseudo-Callisthenes (Düzmece Kalistenes) denilen bu kitap teşkil etmiştir. İskender hikâyesinin Asya’daki şekli, bir yandan Süryânîce kaleme alınmış hıristiyan efsanesinin Pehlevîce’ye yapılmış tercümesinden, öte yandan da Zülkarneyn hakkında Kur’an’da geçen ifadelerin bazı tarih ve tefsir kitaplarında İskender’e mal edilmesi sonucu onun efsanevî kişiliği etrafında oluşan sözlü ve yazılı rivayetlerden kaynaklanmıştır.


İskender’in Gordion Düğümünü Kesişini temsil eden Jean Simon Berthélemy tarafından yapılmış tablosu, École des Beaux-Arts, Paris.

Arap edebiyatında bu konu “sîretü’l-İskender” gibi mensur eserler yanında tefsir ve tarih kitaplarında da işlenmiştir. Adının Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş olması, Zülkarneyn hakkındaki bazı rivayetlerin İslâmiyet’ten önce de Araplar arasında bilindiğini göstermektedir. Nitekim konuyla ilgili âyetlerin tefsirinde Beyzâvî, Fahreddin er-Râzî ve Âlûsî gibi bazı müfessirler Zülkarneyn’in İran ve Rum meliki olduğunu kaydederler. Hatta Araplar arasında anlatılan bir halk hikâyesini Ebû İshak es-Sûrî Ḳıṣṣatü’l-İskender adıyla mensur bir kitap haline getirmiştir. Aynı hikâye, Sâsânîler döneminde bir İranlı veya Farsça bilen bir Süryânî tarafından Yunanca’dan Orta Farsça’ya (Pehlevîce), oradan Arapça’ya, Arapça’dan da yeni Farsça’ya çevrilmiştir. Günümüze kadar gelen bu çeviri baştan ve sondan eksiktir.

Fars edebiyatında İskender’le ilgili efsaneler, İranlı şair ve halk hikâyecileri tarafından farklı şekillerde hem nazım hem nesir olarak kaleme alınmıştır. Bunları şekillerine ve hitap ettikleri kesimlere göre iki grupta toplamak mümkündür. Saray çevresinde eğitim görmüşlere sunulmak üzere telif edilenler mesnevi tarzında, halk kitlelerine hitaben yazılanlar ise nesir halindedir.

İslâm edebiyatlarında Zülkarneyn kıssasından fazlasıyla etkilenerek kaleme alınan ve İskender’in hayatını çeşitli macera ve fütuhatı ile birlikte destanî-efsanevî tarzda anlatan İskendernâmeler’in konusu şu çerçevede özetlenebilir: İran asıllı bir Yunan prensi olan İskender, yedi yaşından itibaren Aristo’nun ilmî terbiyesi altında yetiştirilmiş, on beş yaşında tahta çıkmıştır. Ülkesini ve halkını Sokrat, Eflâtun ve Aristo’nun öğütleriyle yönetmektedir.

Rüyasında bir meleğin verdiği Allah’ın kılıcıyla ordusunun başına geçip dünyayı fethetmeye çıkar; İran ve Turan’ı zapteder. İran Şahı Dârâ’nın (Dârâb = Darius) kızı Rûşeng (Roxana) ile evlenir. Zâbülistan (Gazne) hükümdarının Gülşah adlı kızıyla sevişip ülkesini ele geçirir. Ardından Hindistan’ı fetheder ve Hint Prensesi Şah Bânû ile evlenir. Çin’e geçip Tabgaç Han’ı ve ülkesini bir ejderhadan kurtarır. Dokuz Oğuzlar’la karşılaşır. Çeşitli kavimleri emri altına alır. Azerbaycan’da bir kavmi Ye’cûc ve Me’cûc elinden kurtarmak için bir set (sedd-i İskender) yaptırır. Ruslar’a galip gelir. Kendisini öldürmeye gelen devleri alt eder. Elindeki tılsımlı ayna ile (âyîne-i İskender) hârikulâde olaylar gösterir. Mısır’ı ele geçirip İskenderiye şehrini kurar. Yanındaki âlimlere çeşitli kitaplar yazdırır. Kâbe ve Kudüs’ü ziyaret eder. Bir süre sonra hastalanır. Âlimler şifa olarak âb-ı hayâtı tavsiye ederler. Hızır ile beraber zulümât ülkesinde âb-ı hayâtı ararlarsa da Hızır bulur fakat o bulamaz. Bütün çabalara rağmen genç yaşta ölür.

Âyet ve hadislere, hikmet ve ilm-i nücûm gibi eski Şark ilimlerine fazlaca yer verilen İskendernâmeler’de sembolik düşünceler etrafında (meselâ âb-ı hayât = ilim, Aristo = akıl) fikrî, ahlâkî ve didaktik hususlar göze çarpmaktadır. Bu sebeple İskender, tarihî kişiliği yerine Doğu mistisizminin etkisinde efsanevî bir Müslüman kahraman olarak anlatılır. İskendernâme mesnevisinin kaynakları arasında mensur İslâm tarihleriyle (Târîḫ-i Ṭaberî, Târîḫu’l-ḫamîs vb.) tefsirler (Tenvîrü’l-miḳbâs, Mefâtîḥu’l-ġayb vb.) önemli yer tutar.

Hikâyenin ilk manzum şekli Firdevsî’nin Şâhnâme’si içindeki 2500 beyitlik bölümdür. Şâhnâme’de İskender, Rum Hükümdarı Filip’i (Feylekos) yenen ve onun kızı ile evlenen İran Hükümdarı Dârâ’nın oğlu olup kusursuz ve en büyük insanî meziyetlere sahip bir hükümdar olarak görünür. Her girdiği savaşta galip gelen İskender’in tek amacı hiçbir menfaat beklemeden dünyayı hâkimiyeti altına almaktır. Son derecede âdil ve bilge bir hükümdardır. Daha çocukken felsefeyi ve kâinatın sırlarını öğrenmeye duyduğu merak, kendisini en büyük filozoflar ve bilginlerden ders almaya sevketmiştir. Onu uzun seferlere çıkaran da esasen bu bilme ve görme isteğidir.


İskender, Generali Krateros ile birlikte Arslan Avında Gösteren Mozaik

Şâhnâme’nin bu bölümü, ondan sonra İslâm edebiyatlarında yazılan İskender konulu bütün eserlerin kaynağı olmuştur. Hikâyeyi müstakil bir mesnevi halinde ilk defa Nizâmî (ö. 1212 [?]) yazmıştır. Hamsesinin beşinci mesnevisini oluşturan İskendernâme 10.000 beyti aşkın bir eser olup biri tarihî, diğeri ahlâkî ve tasavvufî nitelikte birbirinden âdeta bağımsız iki bölümden meydana gelmiştir. İlk bölüm Şerefnâme (Şerefnâme-i Sikenderî) adını taşır ve yüksek edebî üslûpla ayrıntılı biçimde anlatılan İskender’in hayatı Pseudo-Callisthenes’teki rivayetlerle benzerlik gösterir. İkinci bölüm İḳbâlnâme, İḳbâlnâme-i Sikenderî (Ḫırednâme ve Ḫırednâme-i Sikenderî) adlarını taşır. Bu bölümde Nizâmî’nin İskender’i peygamberlik derecesine yükselttiği görülür; onun felsefî düşünceleriyle Sokrat, Eflâtun ve Aristo’nun hikmetli öğütlerini nakleder.

İskendernâme’nin Türk edebiyatında işlenişi İran’da yazılmış eserlerin örnek alınmasıyla başlamışsa da bunların konuları İran’dakilerin kopyası durumunda değildir. Mevcut bilgilere göre Türk edebiyatında İskender efsanesinin müstakil bir eser olarak ele alınması XIV. yüzyılda başlamıştır. Bununla beraber Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânü lugāti’t-Türk adlı eserinde “Çigil”, “Uygur”, “Tutmaç” ve “Türkmen” kelimelerini açıklarken Zülkarneyn’den söz etmesi ve onu Fars diliyle konuşturması, İskender’in Türkler arasında önceleri bir İran hükümdarı olarak tanındığını gösterir.

Türk edebiyatında ilk manzum İskendernâme Ahmedî tarafından 1390’da kaleme alınmıştır. Ahmedî, bazı araştırmacıların sandıkları gibi Firdevsî ve Nizâmî’nin mesnevilerini tercüme etmemiş, onlardan yararlanmakla beraber Doğu’da yazılmış diğer kaynakları da okuyarak tarihî ve efsanevî çerçevesi yanında ansiklopedik özelliği bulunan orijinal bir eser ortaya koymuştur. Ahmedî, hayatının son yıllarına kadar zaman zaman eserini ele alıp çeşitli ilâvelerde bulunmuş, onu daha da zenginleştirmeye çalışmıştır. Nitekim kitabın ilk şekline dayanan yazmalarıyla genişletilmiş şeklinden istinsah edilen nüshaları arasındaki fark 2000 beyte yaklaşmaktadır.

Bir diğer İskendernâme’yi, II. Bayezid’in oğlu Şehzade Abdullah’ın çevresindeki şairlerden Karamanlı Figānî’nin yazdığı, eserin baş tarafının Farsça olduğu ve mütekārib bahriyle nazmedildiği çeşitli kaynaklarca bildirilmekteyse de eserin bugün nüshası mevcut değildir.

Ali Şîr Nevâî’nin aynı konuyu işleyen Sedd-i İskenderî adlı mesnevisi, kuruluş ve diğer özellikler yönünden İran edebiyatındaki örneklere daha yakın olup işleniş ve tahkiye bakımından çok başarılıdır.


Pompei’de bulunmuş, Büyük İskender’in Pers hükümdarı III. Darius ile İsos Savaşında karşılaşmasını gösteren İskender döneminde yapılan mozaiğin bütünü.

XVI. yüzyıl başlarında Ahmed Rıdvan da bir İskendernâme yazmıştır. Vezin ve plan bakımından olduğu kadar konunun işlenişi ve üslûp bakımından da Ahmedî’den etkilenmiş olan bu eser, yaklaşık 8300 beyit olup birkaç parçada kaside ve gazel nazım şekli de kullanılmıştır. Asıl adı Kadı Abdülhay olan Hayâtî mahlaslı bir şairin İskendernâme’siyle ilgili bir tanıtım yazısı yazan Agâh Sırrı Levend, eserin Ahmed Rıdvan’ınkiyle intihal derecesine varan bir benzerlik taşıdığına dikkat çekmiş, daha sonraki bir araştırma da Hayâtî mahlasını kullanan kişinin, Ahmed Rıdvan’ın eserlerindeki mahlas beyitlerini değiştirerek bu eserleri kendisine mal ettiğini ortaya çıkarmıştır.

İskender’in klasik kültürde görülen efsane ve hikâyelerinin güçlü etkisi onun her kademeden insan tarafından tanınmasına yol açmış, özellikle İskendernâme okuyan veya dinleyen muhitlerde çeşitli varyantlar oluşmuş, İskender adı örnek alınacak kişiler arasında yer almıştır. İskender’in edebî metinler ve divan şiiri mazmunları içinde daha çok tenâsüp ve telmih sanatları vasıtasıyla sık sık söz konusu edilmesi ve memduh için ideal bir benzetme unsuru olması bundan dolayıdır.

İskender adı divan şiirinde genel olarak Ahmed Paşa’nın, “Dil-teşne İskender gibi düştü saçın zulmâtına / Ey Hızr-hat la‘linden ol ser-çeşme-i hayvânı sun” beytinde görüldüğü gibi “Hızır, zulümât, çeşme-i hayvân, sedd-i İskender” gibi unsurlarla bir arada zikredilir. Bazan da âşık olmuş bir gönlün sevgilinin ağzına, dudaklarına ve saçına olan düşkünlüğü ile bu unsurların zulümâta ve âb-ı hayâta teşbihi, âşıkın bu suyu aramak için karanlıklar ülkesine giren İskender şeklinde tahayyülüne vesile teşkil eder. Sevgilinin âb-ı hayât olan dudaklarının gönülden hiç çıkmaması gönlün zulümât olarak ele alınmasına sebep olur. Defterdar Mehmed Bey’in, “La‘line ol nevhatın el sundu zülfü bu aceb / K’erdi Zülkarneyn Hızr’ın çeşme-i hayvânına” beytiyle Necâtî’nin, “Zulmette kaldı tâlib-i mâü’l-hayât-ı aşk / Ey Hızr-ı dil-nüvâz u Sikenderlikā yetiş” beyitleri bu anlayışla söylenmiştir.

Divan şiirinde yaygın olan diğer bir husus da övülen kişilerin İskender’e benzetilmesidir. Bu durumda İran hükümdarlarından Keykubad veya Pers Kralı Dârâ da söz konusu edilir. “Belki dârât-ı Sikender’le felek bir bendesin / Görse farketmezdi İskender midir Dârâ mıdır” (Nef‘î) beytinde bu husus vurgulanmıştır. “Sikender gibi tâlib feth-i heft-iklîme ikbâli / Süleyman gibi gālib rûzigâra hükm ü fermânı” (Nef‘î) yahut, “Câm la‘lindir senin âyîne rûy-i enverin / Adı var câm-ı Cem ü âyîne-i İskender’in” (Bâkî) beyitlerinde dile getirildiği gibi cihangirliği dolayısıyla padişah övgülerinde çok kullanılan İskender, zaman zaman da âyîne-i İskender sebebiyle zikredilmiştir.


Büyük İskender’i başındaki Amon boynuzlarıyla Mısır fatihi olarak tasvir eden para, İskender Mısır’da Koçbaşlı Tanrı Amon’un oğlu ve bir tanrı kabul edilir.
Kaynak İsmail Ünver – İskender, Edebiyat Görsel Kaynak: wikipedia
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku