Arjantin ile Şili arasında kalan ve Antarktika’nın yukarısında, dünyanın en güney noktası olan Patagonya sadece adının cazibesinden dolayı bile insanların gidebileceği bir yer. Doğal güzellikleri ile yeni ilgi merkezi olan bölgede penguenlerden balinalara, deniz aslanlarından kormoranlara yüzlerce farklı canlı yaşıyor. Patagonya’da göllerden şelalelere, buzullardan karlı zirvelere, görsel bir şölende her yıl milyonlarca turist yaşamın tadını çıkartıyor.
Ushuaia
Adı “Batıya sokulan körfez” anlamına gelen Ushuaia’ya (Uşuaya okunuyor) 1871’de Anglosaksonlar gelmiş. Önce İngilizcenin hakimiyeti söz konusuyken sonrasında bayrağı İspanyolca devralmış. Dünyanın sonuna nasıl olsa kimse gelmez deyip, Ushuaia’yı 1947’ye kadar büyük bir hapishanenin bulunduğu bir yerleşim olarak kullanmışlar. 1980’lerde sekiz bin kişi yaşarken turizmin gelişmesi ve Antarktika’ya giden gemilerin bu limandan kalkmasıyla nüfus da 60 binlere çıkmış. Ushuaia’ya bugün senede 200 bin turist geliyor ve bunların yüzde 30’u da cruise yolcusu.
Bazı ülke ve şehirler bir slogana sırtlarını yaslayıp, hep bunun kaymağını yerler. Buzul kaplı 1500 metrelik zirveleriyle Fuegan Ant dağlarına sırtını yaslamış olan Ushuaia’da her şey “Dünyanın Sonu”na endeksli. Beagle Kanalı’nda katamaranla bir tur yaptığınızda sizi bir deniz fenerinin yakınına götürüyorlar. Herkes kameralara sarılıp, fonda “Dünyanın Sonu Deniz Feneri”, sırıtarak resim çektiriyor. Limana iniyorsunuz, “Dünyanın sonu limanına hoşgeldiniz” tabelası var. Sahilde koskocaman “Ushuaia dünyanın sonu, her şeyin başlangıcı” yazıyor. Tüm hediyelik eşyalarda da dünyanın sonuyla ilgili yazılar bulunuyor. İnsan korkuyor, acaba dünyanın sonu mu gelecek, diye… şehirdeki San Martin ana cadde ve güzel dükkanların çoğunu burada bulabiliyorsunuz.
Ateş Toprakları
Şehirden 15 dakika uzaklıkta, Tierra del Fuego (Ateş Toprakları) Milli Parkı var. İçindeki dünyanın sonu treniyle parkı gezebiliyorsunuz. Ateş Toprakları, 16. yüzyılda buraya gelip Kızılderili ateşlerini gören Macellan’ın verdiği bir isim. Patagonya da onun icadı. Bakmış yerlilerin ayakları giydikleri çarıklardan dolayı daha da büyük gözüküyor, İspanyolca’da ayak anlamına gelen “pata”dan yola çıkarak onlara “Patagon”, memleketlerine de “Patagonya” adını vermiş.
Park, tilkisinden ördeğine, lama benzeri guanakodan kunduzuna hayvanların etrafta huzur içinde dolaştığı yeşil bir cennet. Roca Gölü de mavisiyle bu yeşile nazire yapıyor. Parktaki bir tabelada yolun sonu yazıyor. Üzerinde de Alaska 18 bin, Buenos Aires 3000 kilometre diye belirtilmiş. Bu arada Antarktika’nın Güney Amerika’dan uzaklığı 1000 kilometre. Oysa Güney Afrika 3600, Yeni Zelanda ise 2200 kilometre uzaklıkta. Güney Amerika’da iklimler bize göre tamamen ters. Nisanda sonbahar başlıyor. 22 Haziran’da da “En uzun gece” partisi var. Gecenin uzunluğu 18 saati geçiyor.
Macellan Penguenleri
Buenos Aires’ten 1350 kilometre uzaklıktaki Puerto Madryn’e gitmek için önce Trelew’a uçmanız gerekiyor. Patagonya’nın Arjantin’deki kısmı Rio Negro (Kara Nehir), Neuquen, Chubut, Santa Cruz (Kutsal Haç) ve Tierra del Fuego isimli beş bölgeden oluşuyor. Chubut bölgesinde bulunan Trelew’u, İngiltere’den gelen Galliler kurmuş, adı da Lewis isimli kişiden geliyor. Tre ise ilçe anlamında. Trelew’a 17 kilometre uzaklıktaki Gaiman isimli köyde halen Gal gelenekleri yaşatılıyor. 18 peso (6 dolar) verip pastalar, marmelatlar ve kekler eşliğinde İngiliz çayı içebiliyorsunuz. Hepsini bitiremezseniz dert etmeyin, yanınızda götürmek için yolluk yapıyorlar.
Trelew’a iki saat mesafedeki Punta Tombo’da 1.200.000 civarında Macellan pengueni var. Kışın Brezilya sahillerinde yaşayan bu penguenler ilkbahara doğru Patagonya sahillerine göç ediyorlar. Penguenler çok zeki hayvanlar, önce erkek penguen gelip binlerce yuva arasından kendine ait olanı buluyor, temizliyor, sonra da yuvanın kraliçesi teşrif ediyor. 41 günlük kuluçka süresinden sonra genelde iki yavru penguen dünyaya geliyor. 18 penguen çeşidinden biri olan Macellan penguenlerinin boyları 45 santim civarında ve 20 yıl kadar yaşıyorlar.
Punta Tombo’ya giden yolda sert esen rüzgarlar dolayısıyla genelde bodur ağaçlar ve değişik hayvanlar var. Sürüler halinde dolaşan guanakolar görüyorsunuz. Bunlar bir yaşında ailelerinden ayrılıp, bir liderle dolaşan gençler. Yünlerinin bir kilosu 90 dolar, çünkü bir guanakodan senede ancak 300 gram yün çıkıyor. Mara dedikleri yabani tavşanlar da bol miktarda ortalıkta dolaşıyor. Devekuşuna benzeyen reaların ise ilginç bir özelliği var. Yumurtlama döneminden sonra dişi rea kaçıp babayı yumurtalarla başbaşa bırakıyor. Etrafta yavrularla dolaşan bir ebeveyn rea görürseniz anlayın ki o fedakar baba!
Puerto Madryn’den yaklaşık bir saat mesafede bulunan Valdes yarımadası enteresan bir yer. Bir tarafında San Jose körfezi var ki Antoine de Saint Exupery’e Küçük Prens’i yazarken ilham kaynağı olmuş. Diğer tarafında da Nuevo (Yeni) körfezi var, burası da balinaları seyretmeye gidebileceğiniz bir yer. Puerto Madryn’den 100 kilometre uzaklıktaki Puerto Piramides’den teknelerle açılıp yavru balinalara yüzmeyi öğreten 30 ton ağırlığında, 16 metre boyundaki balinaları görebiliyorsunuz. Çiftleşme döneminde, dişi balina üç erkek balinayla ilişkiye giriyor ve bu esnada erkek balinalar birbirlerine yardımcı oluyorlar. Problem ise babanın hangisi olduğunun belli olmaması! Yarımadanın ucundaki Caleta Valdes’de ise deniz filleri var, bunlar dev boyuttaki foklar. Bir erkek fil 8-10 arasındaki dişiden oluşan haremiyle yaşıyor!
Moreno Buzulu
El Calafate’de 10 yıl önce sadece iki bin kişi yaşarken turizm sayesinde nüfus 15 bin kişiye çıkmış. 15 milyonluk İstanbul’da tek bir Kempinski Otel varken onun binde birini oluşturan El Calafate’de hem Kempinski, hem de başka beş yıldızlı oteller var! Ana cadde birbirinden şık dükkanlar, barlar ve restoranlarla dolu. UNESCO dünya kültürel mirası listesindeki Los Glaciares Ulusal Parkı içinde bulunan Perito Moreno buzulu kasabadan 80 kilometre uzaklıkta.
Moreno Buzulu, adını kendini hiç görmemiş olan Patagonya kaşiflerinden Arjantinli Francisco Moreno’dan almış. Yol boyunca bir sürü Estancia (Çiftlik) görüyorsunuz. Bir çiftliğin para kazanması için en az beş bin koyuna sahip olması gerekiyor. Her çoban köpeğine 400 koyunun düştüğü sürüler başlarındaki Gaucho’larla (Güney Amerika’da kovboylara verilen isim) buzula giden yolda hoş bir dekor yaratıyorlar. Etrafta Notro dedikleri bodur, kırmızı çiçekli ağaçlar var. El Calafate de adını bir tür böğürtlenden almış. Buzula geldiğinizde doğa gücünden etkilenmiş biz dünyalıların kameralarına mağrur bir şekilde gülümsüyor. Buzulun gölden yüksekliği 60 metre civarında, boyu 30, eni ise dört kilometre ve her gün yaklaşık iki metre ilerliyor. İsterseniz buzula gidip yürüyüş yapabilir ya da 38 Peso (13 dolar) verip gemiyle buzul etrafında dolaşabilirsiniz. Bir saatlik turda gemide buzuldan alınma buzla servisi yapılan viskiden bir duble için. İskoçların “Yaşam suyu” dedikleri viskinin ardından “Su yaşamdır” diyecek ve yaşamın nimetlerini daha iyi takdir edeceksiniz.
Granit Zirveler
Patagonya’da hikaye 1520’de İspanya’dan gelen Macellan’la başlamış ve 19. yüzyıla kadar insanlar daha ziyade keşif gezileri için bu bölgeye gelmişler. Buharlı gemilerle okyanus aşırı seyahatlerin daha kolay hale gelmesi, eski dünyadakileri daha bilinmeyen yerlere doğru yönlendirmiş. 1810’da özgürlüğüne kavuşan Şili, bakmış ülkenin güney bölümleri elden gidiyor, Patagonya’nın kendi kısmına kuzeyden insanlar yollamaya başlamış. Falkland Adaları’ndan getirilen koyunlarla hayvancılık, ardından balıkçılık, ormancılık, kömür derken bölgede ciddi bir hareket başlamış. Bugün en önemli gelir kaynaklarından biri de turizm.
Türkçe Paine kuleleri anlamına gelen Torres del Paine tam bir doğa harikası. Bir tarafta karlarla kaplı, 2000 metrenin üzerindeki granit zirveler, altında nehirler ve göller, diğer tarafta da buzullar var. Araya serpiştirilmiş ve doğal manzarayı bozmayan birkaç otelle kamping de ziyaretçilere hizmet veriyor.
Kuzeyden güneye 12 bölgeye bölünmüş olan Şili’nin son bölgesinde yer alan Torres del Paine, trekking sevenler için tam bir cennet. İki saatlikten tutun yedi günlüğe kadar değişik rotalar var. Bu milli parkta Sarmiento, Toro, Pehoe gibi çok sayıda göl var. Grey gölünün devamında ise Grey buzulu bulunuyor. Bölgedeki en iyi otellerden biri olan Hosteria Lago Grey’de buzul manzaralı bir öğle yemeği yiyip ardından buzula doğru bir yürüyüş gerçekleştirebilirsiniz. Yolda karşınıza geyik çıkarsa şaşırmayın, sadece kameranızı hazırlayın.
Yirmili yaşlarımda olsam içinde uygun fiyatlı konaklama, yemek ve seyahat bilgileri olan Lonely Planet veya benzeri bir rehber kitabın eşliğinde Güney Amerika’yı dolaşır, Torres del Paine ve benzeri yerlerde doğanın kucağına atardım kendimi. Torres del Paine’ye en yakın havaalanının bulunduğu Punta Arenas bölgedeki en büyük şehir ve kolonyal dönemin güzel izlerini taşıyor. Manzara noktası (Mirador) ve yerlilerin hayatından değişik kesitleri göreceğiniz Selasiano Müzesi şehirde görülmesi gereken önemli yerlerden. Yakınlarında da 50 bin çift penguenin bir arada bulunduğu Seno Otway bölgesi var.
İnsan Patagonya’ya, dünyanın en sonuna neden gitmek ister ki? Kimi Antarktika’ya geçiş noktası olduğu için, kimi “Ben de oradaydım!” deyip sosyal statüde birkaç basamak atlamak için gider. Bazen de bitmesi gereken bir ilişkinin son kalıntılarından arınmak için alır başını gider insan, uzaklara, hem de en uzaklara. Sonra farkeder ki kalıntıları temizleyen sadece taze kandır, yeni bir aşktır. Yaşam aslında bir oyun, bizler de iyisi kötüsüyle oyuncular, bazen de oyuncakları elinden alınan. Yeter ki gönlünüzü nadasa bırakmayın ve biraz sabredin, tecrübeyle sabit ki köşede daha zengin çeşitleriyle bir oyuncakçı sizi bekliyor. Yaşam her şeye rağmen çok güzel, dünyanın sonu olsa da dünyanın sonunda olsanız da…