Doğum Tarihi: M.S. 683, Yin Dağları
Ölüm Tarihi: M.S. 25 Kasım 734
Eski Türklerde devlet adamlarının görevlerinden birisi de, kendilerinden sonra gelecek olan nesillere hesap vermek amacıyla, kitabe diktirmek veya yazılı vesika bırakmaktır. Yani, bunların içerisinde kendi zamanlarında başlarından geçen acı ve tatlı olayları bildirirler ki, millet benzer hadiselerle karşılaştığında ne yapacağını hesap edebilsin. Türklerdeki bu gelenek Cumhuriyet dönemine kadar gelmiştir ve en son büyük Atatürk, “Nutuk”ta ve “Türk Gençliğine Hitabe”sinde bu alışkanlığın sürdüğünü göstermiştir. Ondan sonra devletimizi yönetenler çok küçük beyinlere sahip olduklarından dolayı, yaptıkları her işi ve sözü basit oy kaygılarıyla düşündüler. Bu yüzden de Türk tarihinde derin bir iz bırakmadan silinip gidiyorlar.
Dünya medeniyetinin sahip olduğu en değerli mirasların arasında yer alan Orkun Yazıtları ve yahut da Kök Türk Kitabeleri diye andığımız yazılı belgeler, ünlü Türk hükümdarı Bilge Kağan’ın ağzından taşlara kazınmıştır. Tahminen 683 tarihinde doğan ve 734’te ölen bu Türk büyüğü, kardeşi Köl Tigin için hazırlatmış olduğu yazıtta başlangıçtan 8. asrın 30’lu yıllarına kadar, Türk tarihinde yaşanan hadiseleri zamanın kağıdı diyebileceğimiz taşların üzerine mümkün olduğunca öz bir şekilde sığdırmaya çalışmıştır.
Bulunduğu günden itibaren üzerinde en çok çalışılan Türkçe belgelerin başında hiç şüphesiz Kök Türk alfabesiyle yazılmış olan bu kitabeler gelmektedir. Tabiî ki bunların önemi Türk tarihi ve kültürü açısından içerisinde yer alan değerli bilgilerden kaynaklanmaktadır. Çünkü burada Türk tarihini, edebiyatını, sanatını, gelenek ve göreneklerini, dinini, ordu teşkilatını, sosyal hayatını, kısaca Türk milletine ait ne varsa hepsini görmek mümkündür. Bu bakımdan sadece Türkiye Türklerini değil, bütün dünya Türklüğünü ilgilendirmektedir. Elbette ki bu yazıtların değeri Türk tarihi ve kültürüyle sınırlı değildir. Aynı zamanda onların çağdaşı olan Asya kavimlerinin Çin, İran, Sogd, Kore, Tibet, Moğol vs. ile Bizans, Arap gibi milletlerin tarih ve kültürleriyle de ilişkilidir.
Ömrü kardeşiyle beraber savaşlarda geçen Bilge Kağan’ın en büyük şansı, yanında Köl Tigin gibi birisinin olmasıdır. Babaları onlar çok küçük yaşta iken öldüğünden (691), Bilge ve Köl Tigin amcalarının yanında yetişmişler ve Bilge 14 yaşına geldiğinde (697) amcası Kapgan tarafından Tarduş Şadlığa atanmıştı ki, Türk devlet teşkilatında dört ana cihet mühim olup; bunlardan da batı yönü büyük Hun Devletinin yıkılmasının ardından, Kağandan sonra devletin başına geçecek olan tiginin vazife gördüğü yer idi. Buna eski Türk hiyerarşisinde “Tarduş Yabgu” deniyordu ki, On Ok boylarından Tarduşların yoğunlukta olduğu bölgedir. Yabgu unvanını Kağanın veliahtı taşır. Diğeri ise Tölös Şadlık’tır. Burası da doğuda yer alan birtakım Tölös kabilelerinin olduğu mevkidir. Bu kişi de umumiyetle yabgudan sonra gelen ikinci oğul veya şahıstır. Buna karşılık, herhalde Kapgan Kağan yeğenleri ile kendi öz çocukları arasında bir çarpışmanın olacağını sezinlediğinden de, oğlu Bögü’yü İni İl Kağan (yani Küçük Kağan), atamıştı. Bilge’nin Tarduş Şad olduktan sonraki en önemli seferi 699 senesinde Yaşıl Ögüz (Hoang-ho) ve Şantung (Shan-tung) Ovasına doğrudur.
Amcaları 716’da bir suikast sonucu ölünce, önceden de tahmin edildiği gibi bu kardeş çocuklarının arasında kıyasıya bir mücadele oldu. Fakat geleneğe göre, İl-teriş’in oğullarından birisinin başa geçmesi gerekiyordu. Bu sebeple Köl Tigin ve Bilge, İni İl Kağan’ın hâkimiyetini tanımayarak, ona karşı çıktılar. Bu kavga sırasında, cesur Köl Tigin’in bütün herşeyini ortaya koyarak, İni İl Kağan ile birlikte Kapgan’ın bütün çocuklarını ve adamlarını ortadan kaldırması Kağanlığın kaderini değiştirmişti. O, Çin kaynaklarında adı “Mo-chih-lien” şeklinde transkripsiyon edilen ve Kök Türk Yazıtlarında ise “Bilge” olarak geçen ağabeyini Kağanlık tahtına oturttu.
Rivayetlere göre, Kök Türkler arasında Küçük Şad olarak tanınan ve sakin yaradılışlı Bilge, kardeşi Köl Tigin’e Kağan olması teklifinde bulundu. Çünkü o her şeyini kardeşine borçlu olduğunu biliyordu. Fakat Köl Tigin büyük bir erdemlilik göstererek bunu geri çevirdi. Bunu şunun için söylüyoruz; daha sonraki yıllarda ve yüzyıllarda hükümdarlık meselesi yüzünden kardeşler arasında çok kanlı savaşlar olmuştur. Özellikle Uygurlar döneminde küçük kardeşlerin, normal olarak tahtın varisi durumundaki ağabeylerini öldürerek başa geçtikleri çok görülmektedir. Neticede Bilge Kağan, Köl Tigin’i Sol Şad tayin etti. Ayrıca ordu komutanlığına da; Inançu Apa Yargan Tarkan unvanı verilen Köl Tigin atandı.
Burada üzerinde durulması gereken bir nokta da; gücü elinde bulunduran Köl Tigin’in ağabeyine bir hainlik yapmayıp, sadece büyük olduğundan dolayı iktidarı ona bırakmasıdır. Köl Tigin isteseydi kendisi de Kağan olabilirdi, ama o buna tenezzül etmedi.
Kitabesinde unvanı; “Tengri teg tengride bolmış Türk Bilge Kağan” şeklinde geçen bu Türk hükümdarı, tahta kendisini Tanrı’nın çıkardığını ve başı bozulan halkı töre gereğince bir araya getirdiğini söyler. Bilge zamanında Kök Türk Kağanlığı Çin, Tibet, Tangut, Kıtan vs. gibi pek çok yabancı kavme boyun eğdirmiş; Kırgız, Karluk, Oğuz, Çik, Basmıl ve benzeri Türk boylarını da itaat ettirmişti. Tabi ki onun bu başarılarında daha önceden de söylediğimiz üzere kahraman Köl Tigin’in rolünü unutamayız. Köl Tigin ve Tunyukuk hiç şüphesiz Bilge’nin en büyük yardımcılarıydı.
Huzurun sağlanmasının ardından Kök Türklerin, bir Çin ordusunu yenmeleri ve Çin’e sığınan bazı Türk ileri gelenlerinin tekrar Ötüken’e dönmelerinden güç alarak, Çin’e saldırmak isteyen Bilge Kağan’a, Tunyukuk henüz devletin tamamen kuvvetlenmediğini, Çin imparatorunun sanıldığından daha kurnaz olduğunu, askerlerin yorgun ve bir süre barışa ihtiyaç duyulduğunu söylemişti. Böyle bir akın için henüz vakit erkendi. Ayrıca Bilge Kağan’ın Türk ülkesinde şehirlerin ve Budist mabedlerinin yaygınlaştırılması fikrine de karşı çıkmış; atlı asker ve konar-göçer Türklerin kentleri savunmalarının zor olacağını, sayıları Çinlilerden daha az ise de güçlü zamanlarında yağma akınları yaptıklarını, zaafa düştüklerinde dağlara ve ormanlara çekildiklerini, Budizmin de Türk karakterini zayıflatacağını ileri sürmüş, Bilge de onun bu fikirlerini kabûl etmiştir.
Tunyukuk’un 8. asrın başlarında gördüğü bu farklılığı, İbn Haldun da 14. yüzyılın sonlarında müşahade etmiştir. O, meşhur eserinde göçebelerin doğuştan iyiliğe ve faydaya meyilli olduklarını vurguladıktan sonra; göçebe ve köy hayatı yaşayanlar, kendi canlarını korumaya düşkündürler. Şehirliler gibi kötü huy ve ahlaka yanaşmazlar. Konar-göçerlerin şehirlilere oranla daha uyanık ve tedbirli olduklarını söyler. Ayrıca, ona göre; kentliler rahata alışmıştır. Yataklarındayken mal ve canlarını emanet ettikleri vali ve bekçilere güvenirler. Kale duvarları içinde emniyette olduklarını sanırlar. Bunlar doğru değildir. Silahlarını bir kenara bıraktıklarından, zamanla kendilerini koruyanlarla aynı dereceye inerler. Göçebelerin ise sığınacak surları ve kaleleri bulunmadığından aile ve mallarını kendileri muhafaza ederler. Bu sebepten devamlı silahlıdırlar. Uykuları bile çok hafiftir. Kendilerinden başka kimseye güvenmezler. Dolayısıyla Tunyukuk’un vermiş olduğu bu karar Türk tarihi açısından son derece önemlidir. Çünkü bu sayede devlet yıpranmamış ve kendinden sonra gelecek olanlara sağlam temelli bir yapı bırakılmıştır.
Bilindiği üzere Tunyukuk Yazıtı, Orkun’daki Bilge ve Köl Tigin anıtlarından ortalama 500 km daha doğudadır. Bunun sebebi çeşitli şekillerde izah edilmekle birlikte, bize göre; Tunyukuk yaşlandığı sıralarda devlet işlerine pek bulaştırılmamıştır. Ancak bütün hayatı, gençliğinden itibaren devlet idaresi içinde geçmiş bir kişiye bu durum ağır gelmiş olabilir. Dolayısıyla, ya kendiliğinden Köl Tigin ve Bilge’ye kızarak ailesiyle beraber ülkenin doğu sınırlarına gelmiş veyahut da merkezden zorla uzaklaştırılmış olabilir.
Herhalde 725 tarihlerinde Tunyukuk’un, Köl Tigin’in de kırk yaşlarındayken, 731’de vefatı Bilge’nin kolunu-kanadını adeta kırmıştı. Türk tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kahramanlarından biri olan Köl Tigin öldüğünde; ağabeyi Bilge Kağan onun cenazesi başına dikilmiş, göz yaşlarıyla ağlamıştır. Onun da cenazesine zamanın pek çok yabancı halkıyla, Türk kabilesi temsilci yolladılar.
Bilge Kağan çok sevdiği kardeşinin anısını yaşatmak üzere 732 senesinde ona bir anıt mezar yaptırdı. Etrafı duvarlarla çevrili bu anıt mezarlığın içinde yine herkesin bildiği gibi bir yazılı abide olup, ortasında bark yeri ve en batısında da sunak taşı bulunmaktadır. Bilge de ölünce, onun oğlu babasının hatırasına amcasından 900 metre kadar güneyde benzer bir yapı inşa ettirdi. Özellikle Türk tarihinde ve kültüründe son derece önemli bir mevkiye sahip olan Bilge Kağan, bilindiği gibi daha evvelce kendi adına elçi vazifesi gören, yüksek rütbeli bir adamı (Buyruk Çor) tarafından 734 senesinde zehirlendi. Ölüm döşeğindeki Kağan, kendisine bu fenalığı yapan hainin ve bütün ailesinin ortadan kaldırılmasına da vesile oldu.
Onsekiz yıl kadar Türk devletine başkanlık eden bu hükümdarın en büyük ileri görüşlülüğü böylesine eşsiz kıymete haiz kitabeleri kazdırmış olmasıdır. Bilge Kağan ve Köl Tigin Yazıtları bulunduğunda dünyanın pekçok yerinden araştırmacılar Orkun’a gelmişler ve bu yazıların kime ait olduğunu çözmeye çalışmışlardır. Herkesin onları kendi tarihlerine bağlamaya gayret ettikleri sırada, Danimarkalı bir âlim bunların Türklere ait olduğunu ispatlamıştı. Bu durum Türk milletinin ve kültürünün ne kadar yüce olduğunu ortaya koymuştur. Büyük medeniyetler ve kültürlerin temelinde de yazı olduğuna göre, biz Türkler bu açıdan oldukça şanslı bir milletiz.
Bilge Kağan Yazıtı, oğlu İçen (İ-jan) tarafından 735 tarihinde diktirilmiştir. Köl Tigin abidesinden aşağı-yukarı bir kilometre uzaklıktadır. Kitabenin şekil ve tertibi Köl Tigin Yazıtına benzemektedir. Bununla birlikte Bilge Kağan Kitabesinde tahribat daha fazladır.
Bilge Kağan Yazıtı’nın dikilişinden 1266 yıl sonra bölgeye giden Saadettin Gömeç’in başkanlığındaki bir Türk heyeti, 100 yıldır toprağın üzerinde üç parça duran anıtı birleştirerek, yeniden ayağa kaldırmışlardır. Bu kazı çalışmaları sırasında şimdiye kadar Radloff dahil kimsenin bahsetmediği, Bilge Kağan Anıt Mezarlığındaki sunağın kuzeyinde 1.5-2 metre uzaklıkta bir lahdin desenli köşe taşlarının ortaya çıktığını da söyleyebiliriz. Bilim adamlarının arasındaki tartışmalarda bunun buraya daha sonra getirilmiş olabileceği yolunda görüşler var ise de; bir ihtimal Bilge Kağan’ın oğlunun veya çok yakın bir akrabasının sembolik mezarının kalıntıları olabileceğidir. Bir diğer önemli buluntu da, Bilge Kağan Yazıtından 31 metre doğuda, ikinci ya da üçüncü balbal olduğu sanılan taşın üzerindeki iki tamgadır ki, bundan da daha önce hiçbir eserde bahsedilmemektedir. Yazıtın önünden geçen yolun altında tesadüfen jeofizik çalışmaları sırasında görülmüştür. Bu tamgalı balbalın üzerindeki işaretler, muhtemelen bölgeye Kök Türklerden sonra hakim olan, Uygurlar tarafından işlenmiştir.
2003’teki kazılar sırasında da Anıt Mezarlığın etrafında tamgalı balballara rastlanıldı. 2001 yılında yapılan araştırmaların bir diğer önemli buluntusu da, Bilge Kağan veya oğluna ait özel eşyaların ortaya çıkışıdır. Bunlar bir hazine kıymetindedir. Anıt mezar inşa edilirken buraya geyik, tas gibi gümüş ve diğer madenlerden yapılma parçalar da konmuştur. Bu hazine değerindeki kalıntılar sunak ile sunak taşının kuzeyindeki sembolik mezar arasında ve en alt zemine gömülmüş bir şekilde keşfedilmiştir. Bilge Kağan veya onun bir yakınına ait bu hazine yüzlerce parçadan meydana gelmektedir. Özellikle sandık olduğu var sayılan nesnenin üzerindeki gümüş süsler binlerce adettir. Türk tarihinde şimdiye kadar ele geçirilen en mühim buluntuların başında geldiği bir hakikattir. “Altın Elbiseli Adam” kalıntılarının ardından böyle bir arkeolojik malzemenin varlığı göz-ardı edilemeyecek bir keşiftir. Kağanın tacı ve kemeri de dahil olmak üzere çeşitli süs ve ziynet eşyalarının içerisinde bulunduğu bu eserlerin kıymeti hiçbir şey ile ölçülememektedir.
Bütün bunlar bir yana Bilge Kağan’ın ölümünden sonra oğulları devlet yönetiminde başarı sağlayamadılar. İçeriden ve dışarıdan vurulan darbelerden sonra Kök Türk Kağanlığı dağıldı, ama Türk’ün güneşi yine batmadı. Bu kez de Uygurların tuğu altında toplandılar.