Prof. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU
Bu çalışmanın konusunu, tiyatro ile Şamanizm ilişkisini, Moğolistan’da, Ulanbatur’da ve bu şehre 180 kilometre uzaklıktaki “Caylak” (Yaylak/yayla) olarak adlandırılan bölgede yaklaşık 100 hanelik bir adacık şeklinde yaşayan Tıva Türkleri arasında yaklaşık bir yıl alan araştırması yapmamın temel nedeni olan Hüdere adlı kam veya yaygın söylenilişle şamanın icra ettiği çeşitli törenler esnasında büründüğü haller ve hareketlerden yola çıkarak teatral bir özelliğe sahip olan bu törenlerin tiyatronun başlangıcını oluşturmasına dair tezleri destekleyecek tespitlerde bulunmak, oluşturmaktadır.
Kam, tanrı ve tanrısalla iletişime ve ilişkiye geçebilen, bilinen, sıradan, olağan dünya şartlarını “aşkın” kişi demektir. Türk sosyo-kültürel bağlamında tanrı ya da tanrısal eren veya “ermiş” atalarca “seçilen” bu kişiler manevi olarak atalar arasında yer alan ulu kamlar tarafından yetiştirilir ve insanlara iyilik yaparak topluma hizmet ederek erdemle donanır ve olağanüstü nitelikler gösterebileceği yüce vasıflara ererek, erginleşir “eren” veya “ermiş” olur. Bu bağlamda Türk sosyo-kültürel yapısı içinde bir kam, eren veya ermiş manevi güçlerle donanmış kişi olarak içinden çıkarak yetiştiği ve yaşamaya devam ettiği topluluğun manevi koruyucusu ve ruhsal alemden yapılacak saldırılara karşı toplumunu ve onu oluşturan bireyleri koruyan, hastalananları sağaltan, ruhlar dünyasına kaçırılanları kurtaran kayıpları bulan ve gelecekten haber veren böylece toplumu geleceğe yönelik olarak yönlendirip motive eden kişisi demektir.
Bu sıraladığımız fonksiyonlara sahip olmak toplumsal iş bölümünün başladığı çağda klanlara liderlik eden kamlar, bir sonraki dönemin ilkel devletinin meşru otorite temelini oluşturmuşlardır. Aynı zamanda toplumsal iş bölümüyle birlikte küçük topluluklarının veya toplumlarının dinî-ruhani ve siyasi lideri konumuna yükselen kamlar, Lauri Honko’nun roller ve fonksiyonlarıyla ilkel avcı topluluklarının yaratıcılığıyla ön plana çıkan sanatkâr veya modern toplumun aydınlarının işlevlerini de yerine getiriyor olmalıydılar.
Bu bağlamda, şamanlığı sadece tiyatronun değil bütün sanatların anası olarak gören araştırmacılardan biri de Andreas Lommel’dir. Lommel’in (1967) İngilizceye tercüme edilen kitabı “Şamanizm: Sanatın Başlangıcı” adını taşımaktadır. Şamanizm olgusunun 40.000 ile 50.000 yıl önce başladığını kabul eden A. Lommel, tarih öncesinin son derece ilkel ve arkaik avcılarının hayvan-insan karışık ve koruyucu ruhlar dünyası arasındaki ilişki üzerinde Şamanizmle birlikte yaratıcılığın da yükseldiğini ve bu hareketin sanatın başlangıcı olduğu hipotezini geliştirmiştir.
Popüler eğlencelerin kökenine dair çalışmasında E. T. Kirby (1974) Kuzey Amerikalı ve Sibiryalı şamanların başta hipnoz etme, vatirologluk (karından konuşma) ve illüzyon teknikleri olmak üzere yaratıcılıklarıyla, kukla, çeşitli objeleri kaybedebilme ve tekrar onları ortaya çıkarma, ateş yutma ve ateş üzerinde yürüme, kılıç yutma gibi numaralarında hem mucidi hem de binlerce yıldır sanatlarını icra etmenin sırları arasında olduğunu örneklerle ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda bizim pek çok kişiyle birlikte şahidi olduğumuz şaman ayinlerine ve teatral gösterilere dönebiliriz. TİKA’nın Türkoloji projesi kapsamında Moğolistan Millî Üniversitesi Türkoloji Bölümünde misafir öğretim üyesi olarak görev yaparken aynı yurtta kaldığım Tıvalı öğrenciler Aysun ve Civa vasıtasıyla Ulanbatur’da yaşamakta olan Moğolistanlı bir Tıva Türkü olan Hüdere Kam ile tanıştım ve yaklaşık bir yıl boyunca bulduğum her fırsatta onun etkinliklerine katılarak gözlem ve görüşmelerde bulundum. Bu ayinlerden ikisinde yer alan bazı geleneksel davranış kalıplarının doğrudan doğruya tiyatroya yönelik bir temele sahip olduğunu düşünüyor ve onları dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Hüdere Kam, 30 Mart 2004 gününün gecesi Ulanbatur şehrinin gecekondu mahallelerini andırır keçe yurtlardan veya geleneksel keçe çadırının içinde 15 kişinin hazır bulunduğu bir topluluk önünde saat 7.00-12.00 arasında yaklaşık beş saat süren bir ayin düzenlemiştir. Ayin, nazar değdiği düşünülen 5-6 yaşlarındaki iki küçük oğlan çocuğunun yüzlerine -kötü ruhların şerrinden korunmak, değiştirmeden sakınmak için- tencere karası/ is sürerek getiren matematik öğretmeni bir Moğol hanımın çocuklarını parpılayıp afsınlamasından sonra başladı.
Kız kardeşi Tütün’ün yardımıyla şaman kostümünü giyip başlığını takan Hüdere eline davulunu ve tokmağını alarak önünde tereyağına bükülerek koyduğu iplerle yaptığı ve hususi bir biçimde yakılıp uyandırılan çerağa/ışığa doğru doğu yönüne dönüp yurdun tavanına astığı kartal ve baykuş kanatları ve ayı tırnağı, kurt dişi gibi muskalara karşı, bir yandan davulunu çalmaya diğer yandan da ezgili bir biçimde irticalen alkış/dua söylemeye ve ulaşmak istediği yardımcı ruhlarına gelmeleri için çağırmaya başladı. Bu arada zaman zaman durup yardımcılığını yapan kız kardeşinden rakı/arahı, süt ve sütlü çay isteyerek onları saçı kurbanı olarak iletişime geçmek istediği ruhlara sundu. Alkışların sonunda başta baykuş olmak üzere zaman zaman çeşitli kuş sesleri de çıkarıyordu.
Ulaşmak istediği ruhun geldiğini yere çömelip oturmasından ve ses tonunun farklılaşmasından anlayan yardımcısı ve törende hazır bulunanlar birer birer diz çöküp sıraya girerek önüne gittiler ve kam yardımcısının hazırlayıp eline verdiği çamçaktan gelenlere rakı sundu. Sorularına cevap verdi. Yaklaşık bir saat kadar süren bu seremoniden sonra ayağa kalkan kam tekrar davulunu çalıp çılgınlar gibi etrafında dönerek adeta sema yaparmışçasına dans etti. 10-15 dakikalık bu dansın sonunda yurdun ortasındaki dökme sobanın yanına çöktü isteği üzerine kendisine verilen birkaç ardıç dalını tutuşturup yaktı yurdu temizledi, orada bulunanları yanmakta olan bu ardıç pürçekleriyle tütsüleyip temizledi ondan sonra da hâlâ 8-10 cm uzunluğunda bir alevle yanmakta olan bu ateşi ağzına atıp çiğnedi ve yuttu. Bu olayı dehşet içinde seyretmekte olanlar bir birlerine olup biteni işaret ederken gürül gürül yanmanın üzerine kıpkızıl kor kesmiş olan sobanın kapısını açtı ve sol eliyle korları karıştırıp elini dışarı çıkardı ve isteği üzerine kendisine verilen ağız kopuzunu çalarak yaklaşık yarım saat zaman zaman anlaşılmaz sesler çıkararak oturduğu yerden kalkmadı.
Bu sürenin sonunda tekrar ayağa kalkıp başka bir ruhu çağırdı ve daha önce yaptığı gibi rakı, süt ve sütlü çayla saçı kurbanı sunduktan sonra bulunanlar tekrar dizüstü durarak sıraya girdiler ve elindeki çamçaktan onlara sütlü çay sundu. Derdi ve sorusu olanlar sorularını sorduktan sonra. Elindeki “közgü” denilen aynayı yardımcısı ve bu işi bilen iki kişi hep beraber çekerek aldılar. Başlığını çözüp çıkardılar ve bu başlığın yerine sıradan bir şapka taktılar. Yorulmuş, kan ter içinde köpük köpüğe kalmış olmakla birlikte şen şakrak tavırlarıyla günlük hayatta tanıdığımız Hüdere karşımızdaydı. Ben çaktırmadan kostümünde sağında solunda ağzına koyduğunu gördüğüm ateşi koyabileceği bir yer olup olmadığını kontrol ettiysem de böyle bir şey bulamadım. Aradan birkaç gün geçince kendisine bu geceden ateş yeme ve elini ateşe sokup korları karıştırmasından bahsettiğimde son derece şaşırmış bir ifadeyle böyle bir şeyden haberi olmadığını ancak bu tür şeylerin törenler esnasında olmasının son derece normal olduğunu söyleyip daha önce de böyle bir tören esnasında gelen ruhun bir takım özellik ve problemleri nedeniyle farkında olmadan bir bıçakla kendi kolunu kesmiş olduğundan bahsetti ve kolunda bir takım kesik izlerini gösterdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben bu konuda gerçeğin ne olduğunu öğrenemedim. Yurtta bulunan Tıvalar ve birkaç Moğol bunu Hüdere’nin erdemli bir kam olmasına bağlı mucize veya keramet kabilinden bir hâline bağladılar ve benim gibi sorgulamadılar bile. Ben de bu işin gizini varsa bir sahtekarlık boyutunu anlayıp çözemedim.
Konumuzla ilgili bir başka örnek olay da şöyledir: Hüdere Kam, 23 Eylül 2004 günü yılın önemli takvime bağlı üçüncü ayini gerçekleştirmek üzere şamanlığı tevarüs ettiği babaannesinin mezarının bulunduğu ve üzerine kutsal kabul edilen kostümü ve davulunu astıkları “kutsal kayın ağacı”nın yanında öğleden sonra yerel saatle 13.30-14.00 sularında ayine başladı. Kayın ağacına özellikle kökü ve dallarına yapılan saçı kurbanlarından sonra yukarıdaki kalıba benzer davul-ezgili alkış/dualar raks sonrası katılanların diz çöküp rakı ve sütlü çay sunumlarıyla gelen ruhlara sordukları sorular ve dertlerine aldıkları çözümlerden sonra bir ara elindeki davulu bırakarak sarı pirinçten yapılmış “közgü” denilen ayna ile kalmayan Hüdere’nin bir ara soyundaki en eski kam olan 4680 yıl önce yaşamış bir ruhun ziyaretine uğrayan Hüdere bir ara müthiş bir biçimde kaşınmaya kendini yerden yere atmaya başladı. Yardımcısı kız kardeşi Tütün ve bir ağabeyi yanına gelerek kaşınmasına kahkahalar atıp gülerek yardım ettiler. Gelen ruhun bitli olduğu ve bitlerin ondan Hüdere’ye geçmesi nedeniyle kaşındığı anlaşıldı. Kafiledeki hemen herkes bozkır ortasında tuhaf bir gülme seansı geçirdi. Bu olay tam yatışmıştı ki Hüdere’nin ağzından dökülen cinsellikle ilgili açık saçık ifadeler ve Türkçede en hafif hâliyle tuhaf bir fingirdeşme hâli diyebileceğimiz sesler ve sözler katılımcılar tarafından vakayı adiyeden bir olay olarak anlaşılıp bir tebessümden ileri gitmedi. Hüdere’nin tekrar ayağa kalıp davulunu isteyerek başladığı yeni bir davul, ezgili alkış/dua seansıyla ayin tekrar ciddiyete bürünüp bir bir buçuk saat kadar devam etti. Her zamanki gibi elinden aynasının zorla alınıp kostümünün başlığı zorla çıkarılıp başına sıradan bir şapka ve üstüne de sıradan bir gündelik elbise giydirilerek tören sona erdi.
Sonuç olarak, ben bu olayları yaklaşık dört yıl önce yaşadım. Bu davranış kalıplarını ki bunların en azından arketiplerinin binlerce yıldır var olduğuna dair pek çok delile ve bilgiye sahibiz. Bozkırda ve taygalarda avcılıkla uğraşan tek düze küçücük bir toplum yapısını göz önüne aldığımızda teatral sunumların ve bunlar üstüne bina olan drama veya tiyatronun köklerini şamanlık veya kamlıkla ilişkisini daha yakından ve açık olarak görmek mümkündür diye düşünüyorum.
Alıntı Kaynak: Erciyes Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Kasım-2016 Yıl:39 Sayı:467