Türkmenistan’daki Rus idaresi ve sömürüsünün Rus hâkimiyetine giren diğer Türk ülkelerinden tek farkı, Ruslar’ın Türkmenler’i daha sıkı kontrol etme imkânı veren özel bir kanunla yönetmeleri olmuştur. Türkmenler’den de ağır vergiler alınmış, topraklarının en zengin kısımlarına el konarak pamuk ekimine ayrılmıştır. Bu sömürüye karşı Türkmenler uzun süre ses çıkaramadılar. Ülkede bütün idare ve mevkiler Ruslar’ın eline geçmiş, Türkmen ileri gelenlerine ancak küçük memurluklar verilmişti. Çarlık idaresinin bu istibdat rejimi XX. yüzyılın başlarına kadar devam etti.
XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında diğer Türk ellerinde olduğu gibi Türkmenistan’da da bir siyasal uyanış gerçekleşti. Ancak Türkmenler’in giriştiği mücadele başarısızlıkla sonuçlandı. Zira Ruslar, harekâtın ileri gelenlerinin bütün mal ve arazilerini ellerinden aldıkları gibi yeni birtakım vergilerle halkı cezalandırma yoluna gittiler. Ruslar’ın Türkmenler üzerinde kurdukları bu baskı rejimi çok geçmeden halkın tepkisiyle karşılaştı.
Rus mezalimine karşı ilk baş kaldırı Hîve civarındaki Yomut Türkmenleri arasında görüldü. Fakat Hîve hanının Ruslar’dan yardım istemesi üzerine Cüneyd Han idaresindeki bu ayaklanma başarılı olamadı. Türkistan’da 1916’da millî ayaklanmanın hızla yayılması Türkmenler’i de etkiledi, Cüneyd Han’a büyük bir sempati ve taraftar kazandırdı. Rusya’daki Bolşevik İhtilâli’nin ardından Hîve’de kurulan Genç Hîveliler Meclisi’nin Rus kuvvetleri tarafından dağıtılması ve Ruslar’ın Türkmenler üzerine yürümesi Cüneyd Han’ı tekrar harekete geçirdi. Bu arada bazı Rus birliklerinin Hîve’den çekilmesini fırsat bilen Cüneyd Han, Hîve şehrini ele geçirmeyi başardı (Şubat 1918).
Cüneyd Han, Hîve’yi tam iki yıl Türkmen egemenliği altında tuttu. Ancak Özbekler’le ihtilâfa düşmesi yüzünden durumu sarsıldı; sonunda Sovyet taraftarı Özbekler’in de çağrısıyla Hîve üstüne yürüyen Kızılordu birliklerine yenilerek Karakum çölüne çekilmek zorunda kaldı. Cüneyd Han’ın mücadelesi devam ederken Batı Türkmenistan’da Ruslar’a karşı ayaklanmalar sürüyordu. Albay Oraz Serdar, emrindeki Türkmen kuvvetleriyle isyan etti, fakat mücadelesinde başarıya ulaşamadı.
Rusya’daki iç savaşı kazanan Kızılordu birlikleri, bütün Türk ellerindeki kurtuluş hareketlerini ve bu arada Türkmenistan’daki millî ayaklanmayı bastırdı. Cüneyd Han mücadelesinden vazgeçmedi ve Ruslar’ı 1931 yılına kadar uğraştırdı. En büyük başarıyı da 1924’te Türkmenler ile Özbekler’in birlikte çıkardıkları isyanda gösterdi. Ruslar’ın kontrolündeki birçok kasabayı ele geçirip Hîve üzerine yürüyen Cüneyd Han, Türkistan’dan gelen Rus takviye birliklerinin yetişmesiyle şehri alamadı.
Oraz Serdar ile Cüneyd Han’ın önderliklerinde yürütülen istiklâl savaşının Kızılordu birlikleri tarafından kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra Türkmenler, mücadelelerini parti içinde sürdürmek için Türkmenistan Komünist Partisi’ne girmeye başladılar. Türkmenler’e ulusal, kültürel ve ekonomik hiçbir hak vermek istemeyen Rus komünistlerine şiddetle karşı çıktılar. Ayrıca düzenlenen kongrelerde Müslümanları ve Türkler’i birliğe çağırarak haklarını korumaya karar verdiler. Türk komünistlerinin giriştiği bu mücadele Sovyetler’i son derece tedirgin etti.
Özbek, Kazak ve Türkmenler’in dayanışmasını engellemek için Sovyetler bazı tedbirler almaya, eski çekişmeleri körüklemeye ve aralarındaki kabile ihtilâflarından faydalanıp Türkistan Türkleri’ni birbirlerinden ayırmaya başladılar. Çok geçmeden Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbürosu, Türkistan komünist partilerinin istekleri doğrultusunda ayrı ayrı cumhuriyetler kurulacağını ilân etti (12 Haziran 1924). Bunun üzerine teşkil edilen Merkezî Toprak Komitesi cumhuriyetlerin sınırlarını tesbit işine girişti ve Eylül 1924’te çalışmalarını Rus Komünist Partisi’nin onayına sundu. Komitenin kararları onaylanınca her cumhuriyetin komünist partisi ileri gelenleri yeni komiteler oluşturup kendi idarî, ekonomik ve kültürel programlarını hazırladılar.
Bu çalışmalar 27 Ekim’de tamamlandı ve Türkistan’da Özbek, Kazak, Kırgız, Karakalpak, Tacik gibi sosyalist cumhuriyetler ortaya çıktı. Türkmenistan Cumhuriyeti’nin sınırları Hazar kıyılarından Merv bölgesine kadar uzanıyordu. Buhara Cumhuriyeti’nin Türkmenler’le meskûn Kerki ve Çârcûy vilâyetleriyle Hârizm Cumhuriyeti’nin Türkmen bölgeleri olan Taşavuz, İlyali, Parsu, Künye Ürgenç, Mangıt, Ambar-Mamak, Sadavar, Dargan-Ata ve Hocaeli’nin bir kısmını içine alıyordu.
1869 yılından itibaren Ruslar, Türkmenistan’ı istilâya başladıkları zaman Türkmen, Rus ve İngiliz kaynaklarının verdiği bilgilere göre Türkmen nüfusu 1.150.000 civarında idi. Gayri resmî olarak verilen bu nüfusun 300.000’i İran ve Afganistan’da, 450.000 kadarı Buhara ve Hîve hanlıklarında, 400.000’i de müstakil Türkmen Cumhuriyeti’nde yaşıyordu. Fakat Türkmenler, istilâ hareketinin devam ettiği on iki yıl içinde pek çok telefat verdiklerinden nüfuslarında büyük bir düşüş meydana geldi.
Rus işgali altına giren Türkmenler’in nüfusundaki en büyük düşüşler, 1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonra Rusya’da çıkan iç savaşla 1930’larda Sovyetler’in uyguladığı mecburi iskân politikasında ve II. Dünya Savaşı esnasında gerçekleşti. 1970 resmî sayımına göre Türkmenler’in nüfusu 1.510.000 idi. Doğum yüzdesi çok yüksek olan Türkmenler’in nüfusu 1979’da yapılan seçim sonuçlarına göre 2 milyonu geçmiş bulunuyordu.
Gaspıralı İsmâil Bey’in Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları en aza indirerek ortak bir dil oluşturulması yolundaki çalışmalarına karşılık Ruslar her Türk Cumhuriyeti’ne kendi lehçesini ayrı bir dil gibi kabul ettirmiş, böylece Türkler arasındaki dil ve kültür birliğini bozmak istemiş, daha sonra alfabeye el atılmıştır. Bütün Türk dünyasında olduğu gibi Türkistan’da da Arap alfabesi kullanılıyordu. Ruslar, 1928’de Türkler için Rus Kiril harfleriyle karışık bir Latin harfleri sistemini uygulamaya koymuş, II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu alfabenin kullanımı yasaklanmış, her Türk lehçesi için birbirinden farklı Kiril alfabesi uygulaması zorunlu kılınmıştır.
Latin alfabesiyle yazılan bütün kitaplar toplatılarak imha edilmiş, bütün okullarda Rusça öğrenimi mecburi tutulmuştur. Dil sahasında Türk cumhuriyetlerinin uğradığı bu baskıya karşı bir müddet sonra Türk aydınları mücadele etmeye başlamıştır. Cengiz Aytmatov ve Olcas Süleymanov gibi edip ve şairlerin önderliğinde sürdürülen mücadele bugün iyi bir seviyeye ulaşmış, Türk dili üzerindeki çalışmalar hızlanmıştır.
Ruslaştırma ve Sovyetleştirme çabaları kültür alanında da görülmüş, edebiyatta millî ruhu aksettirecek eserler yasaklanmıştır. Türk lehçelerinde proletarya ve kolhoz edebiyatı oluşturulması, konu olarak “Büyük Kardeş” Rus milletinin Rus olmayan milletlere karşı iyilik ve yardımlarının ele alınması, büyük oranda Rus ediplerinden yapılacak tercümelerin yayımlanması yoluna gidilmiştir. Bunun yanında Ruslar, İslâm dini aleyhindeki faaliyetleriyle Türkler’i eski kültür geleneklerinden uzaklaştırıp Rus kültürünün etkisine sokmak için neşriyata girişmişler, hatta din adamlarını İslâm’ı kötüleyen demeçler vermeye ve yazılar yazmaya zorlamışlardır.
Türkmenler ayrıca zorla ateizm eğitimine tâbi tutulmuştur. 1917’de 500 caminin bulunduğu Türkmenistan’da camilerin hemen tamamı Sovyet devrinde yıkılmış veya kapatılmıştır. Başşehir Aşkābâd, Orta Asya başşehirleri içinde camisi olmayan yegâne şehir haline gelmiştir. Fakat Sovyetler bütün zorlamalara rağmen arzularına ulaşamamış, Türkmenistan’da Mahtumkulu gibi şahsiyetlerle ilgili araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. Türk aydınlarının bu cesurane hareketi Türk cumhuriyetlerinin başındaki yerli komünist idarecileri tarafından da desteklenmiştir. Sovyetler’in Türkmenistan’a yaptığı en önemli hizmet pamuk yetiştirmek amacıyla Karakum Kanalı’nı açtırması olmuş, bu kanal Türkmenistan’a âdeta yeni bir hayat getirmiştir.
Bağımsız Türkmenistan.
Türkmen aydınlarının ekonomik sömürüye ve kültürel asimilasyona karşı çıktıkları açıklık (glastnost) devrinde Türkmenistan Komünist Partisi’nin başına Saparmurad Atayeviç Niyazov getirilmişti. Leningrad Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği tahsil eden Niyazov, Türkmenistan’a dönüşünde parti teşkilâtının muhtelif kademelerinde çalışmış, kısa zamanda dikkatleri üzerinde toplamış, M. Gorbaçov’un Moskova’da Sovyetler Birliği’nin başına geçtiği yıl Türkmenistan Komünist Partisi birinci sekreterliğine seçilmiştir. Niyazov’un Türkmenistan’da ilk işi halk arasında birliği sağlamak olmuş ve bunda başarıya ulaşmış, daha sonra Türkmenistan’ın haklarını savunan aydınların yanında yer almıştır.
Yaptığı konuşmalarda Sovyetler’in Türkmenistan’a çok az gelir bıraktığını, bu durumun Türkmenistan’ı fakirleştirdiğini söylemiştir. Niyazov’un ikinci çıkışı Türkmen diliyle ilgilidir. Türkmenler’in Rusça’nın etkisiyle ana dillerini kullanmada uğradıkları ezikliği görmüş, Türkmen dilini cumhuriyetin resmî dili haline getirmiş, 1989’da Türkmenistan hükümetinin aldığı bir kararla Türkmence Rusça ile birlikte cumhuriyetin resmî dili ilân edilmiştir.
Bu etkinlikleri Niyazov’u halkın nazarında popüler hale getirmiş, 1990’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini % 99,5 oyla kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nde cereyan eden gelişmeleri dikkatle takip eden Cumhurbaşkanı Niyazov dengeli bir siyaset izlemiştir. Nihayet 1991 Ağustosunda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ülkenin istiklâlini ilân etmeden önce konuyu halk oyuna sunmuş ve halkın % 93’ü Türkmenistan’ın istiklâli için oy kullanmıştır. 27 Ekim 1991’de toplanan Türkmenistan Parlamentosu Türkmenistan’ın bağımsızlığını ilân etmiştir.
Türkmenistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ve ülkede büyükelçilik açan devlet Türkiye olmuş, buna karşılık Türkmenistan da ilk büyükelçiliğini Türkiye’de açmıştır. Türkiye’nin yardımlarıyla Türkmenistan, Birleşmiş Milletler Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı ve İslâm Konferansı Teşkilâtı’na üye kabul edilmiştir. Bu arada başta Türkiye olmak üzere dost ülkelerle ikili anlaşmalar yapılmıştır.
İstiklâline kavuştuktan sonra Saparmurad Türkmenbaşı önderliğinde ekonomik, sosyal ve siyasal kalkınmasını hızla tamamlayan Türkmenistan hem bölgede bir istikrar unsuru hem istikbale güvenle bakan bir ülke haline gelmiştir. Türkmenistan’ın istediği malî krediyi Türkiye karşılamış ve ilk yıllarında Türkiye bu cumhuriyete yardımcı olmuştur. Bu arada Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın teşvikiyle Türk iş adamları Türkmenistan’ın pek çok projesini desteklemiş ve büyük yatırımlar yapmış, iki ülke arasındaki ticaret hacmi yüksek seviyelere ulaşmıştır.
Diğer Türk cumhuriyetlerinde görüldüğü gibi Türkiye, Türkmen öğrencilere Türk üniversitelerinde okuma imkânı vermiştir. Binlerce Türkmen öğrenci Türkiye’ye gelerek öğrenim görmüş, önemli bir kısmı çalışmalarını tamamlayıp ülkesine dönmüştür. Bu arada Millî Eğitim Bakanlığı ile özel öğretim kurumları Türkmenistan’da açtıkları Türkmen-Türk kolejleriyle Türkmen halkının eğitimine önemli ölçüde katkıda bulunmaya çalışmaktadır.
Kültür ve Medeniyet
Türkmenler, XVI. yüzyılın sonlarına kadar bir devlet kurma imkânını elde edemedikleri için kültür hayatları oldukça sönük geçmiştir. Buna rağmen Türkmenler arasında pek çok edip ve şair yetişmiştir. Türkmen şairlerinin en meşhuru Türkmenler’in millî şairi olan Mahtumkulu’dur (ö. 1783’ten sonra). XIX. yüzyılın ikinci yarısı, diğer Orta Asya Türkleri’nde olduğu gibi Türkmenler için de kültürel alanda bir uyanış devridir. Rus istilâsı ve onu takip eden esaret yıllarının getirdiği ıstıraplar Türkmenler arasında yeni bir uyanışa yol açmıştır.
Kültür sahasında Türklük bilincinin uyanışını sağlayan Gaspıralı İsmâil Bey’in fikirleri Türkmenler arasında yayılmış, XIX. yüzyılın sonlarına doğru açılan modern okullardan pek çok Türkmen aydını yetişmiştir. Bunların en meşhurları Göktepe’deki Rus katliamını şiirlerinde dile getiren Gayip Verdi Miskin Kılıç ile (Molla Kılıç) komünist rejimine rağmen Türkmenistan’ın ve Türkmenler’in istiklâl ve hürriyeti için mücadele eden Abdülhakim Kulmuhammedoğlu Kör Molla, Berdi Kerbebovoğlu, Vogayoğlu, Garaca Burunoğlu, Amandurdu Alamışoğlu gibi edip ve şairlerdir. Bunlar mücadelelerine bütün baskılara ve güçlüklere rağmen 1930 yılına kadar devam etmiştir. 1930 başlarından itibaren Stalin önderliğindeki Marksist rejimin baskı ve terörüyle bu şair ve edipler eserleriyle birlikte yok edilmeye çalışılmıştır.